1989’da Hans Christian Andersen’in objektifinden izlediğimiz Disney yapımı The Little Mermaid (2023), yıllar sonra beyazperdede değişen yüzyılın yeni anlayışları, yüzleri ve kırılan önyargılarıyla klasik hikâyeyi baştan ‘renklendiriyor’. Diğer yapımda olduğu gibi burada da Ariel, babasının krallığının ötesinde bilinmeyenlere doğru kelimenin tam manasıyla adım atmak ister. Gece gündüz dışarıdaki dünyanın hayaliyle avunan küçük deniz kızı, bir gün gemi kazası sonucu denize düşen bir tacirin hayatını kurtarır. Ne var ki dünyanın bilinmeyenlerine duyduğu tutkunun yerini genç denizciye karşı beslemeye başladığı sıcacık bir aşk alır. Ancak babası tarafından engellenen Ariel için bu aşk, gittikçe imkânsız bir hikâyeye dönüşmektedir. Bunun üzerine Ariel, son çare olarak kaderini cadı Ursula’nın güçlerine bırakır ve düşlediği hayat, kontrolü zor bir dümeni ellerine bırakıverir.
Görsel tasarım ve yapımcılığın ustalık örneğini sergileyen film, müzikleriyle de akılda kalan animasyon filmler arasında yerini almış durumda. Denizin gizemli derinlikleri, nostaljiyi yepyeni bir ezginin tınısında deneyimlemek isteyenleri bekliyor.
bu tarz filmler genelde güzel oluyor bakalım izleyince aynı şeyi düşünebilecek miyim?