Dilan Salkaya:
- The Handmaiden (Park Chan-wook)
Yönetmenin “iki kadın ve bir erkek” arasında geçtiğini söylediği yeni filmi The Handmaiden, Sarah Waters’ın daha önce BBC’ye uyarlanan romanı Fingersmith’ten aldığı ilhamla ilerliyor. Yazarın, romanını “Viktorya çağına özgü lezbiyen oyunlar” şeklinde tanımladığını biliyoruz. Bu tanımı ve romanın sahip olduğu gerilimi düşünmek, ardından Park Chan-wook’un ‘intikam üçlemesi’ni akla getirmek, sizce de The Handmaiden’ı fazla gizemli ve enteresan kılmıyor mu? Erotizm ve cezbedicilik elbette önemli ancak bir intikam ya da ölüm kadar değil.
- Julieta (Pedro Almodóvar)
Tıpkı Martin Scorsese’nin merakla beklenen yeni filmi Silence gibi Pedro Almodóvar’ın Julieta’sı da aynı adla anılmıştı ilk duyurulduğunda. Öyle ya, tarzları ve sinemasal duruşları aynı olmayan iki ustanın, filmlerinin adının da aynı yıl içinde aynı isimle var olması kafa karışıklığı yaratırdı. Julieta, yine bir uyarlama. Japon yazar Shusaku Endo’nun romanından. Yıkımın ve kaosun eşiğindeki bir kadını konu edindiğini bildiğimiz film, aslında ‘kadınlık’ üzerine eğilen Almodóvar sinemasında aşina olduğumuz bir temaya sahip. Ancak şunu da iyi biliyoruz ki yönetmenin, çıldırmanın eşiğindeki kadınlarının hepsi birbirinden daha özgün.
- The Salesmen (Asghar Farhadi)
Yeni yılda edebiyat-sinema, edebiyat-tiyatro birlikteliklerini çok göreceğize benziyor! Arthur Miller’ın yazdığı Death of a Salesmen oyununun bir uyarlaması olarak Farhadi’nin perdeye aktaracağını bildiğimiz The Salesmen, getireceği başarılarla (oldu da getirdi diyelim) bir merak konusu. La Passé (2013) filminin başarısını gölgede bırakan 2011 yapımı A Seperation’ı ikiye katlar mı bilinmez ama çekimlerin İran’da yapılıyor olması, son dönemlerde daha modern çizgiye kayan Farhadi’nin tekrar yerele kavuşup kavuşmayacağı merakını barındırıyor.
- The Bad Batch (Ana Lily Amirpour)
Geçtiğimiz yıl A Girl Walks Home Alone at Night filmiyle vampir filmlerine yeni bir soluk getiren ve ülkesinde bir ilke imza atan İranlı yönetmen Ana Lily Amirpour’un yeni filmi The Bad Batch, Jim Carrey ve Keanu Reeves gibi isimlerin yer aldığını bildiğimiz distopik bir aşk hikâyesi. Ancak aşk hikâyesi deyip de beklentiyi düşürmeden evvel belirtmek gereken bir nokta var ki bu aşk hikâyesi bir çölde, yamyamlar arasında geçiyor! Bu da demek oluyor ki kan ve şehvet bizi bekliyor.
- Miss Peregrine’s Home for Peculiar Children (Tim Burton)
Tim Burton severlerin elbette merakla beklediği, Big Eyes’ın (2014) hezimetini silip yok etmesini umut ettiği Miss Peregrine’s Home for Peculiar Children, gizemli bir adaya giden Jacob’ın, tıpkı Hansel ile Gretel masalındaki gibi gizem dolu bir ev bulmasını konu ediniyor. Aslında burnumuza Tim Burton’ın kıvrak sinema dilini ifşa eden Big Fish (2003), Edward Scissorhands (1990) gibi bir film kokusu geliyor. Filmin, Amerikalı yazar Ransom Riggs’in aynı adlı romanından uyarlandığını da söyleyelim ki “Bu adam bu ismi nereden bulmuş?” sorularına da bir çare olalım. Büyülü güçler ve çocuksuluk adına!
Bonus:
- La La Land (Damien Chazelle)