“Ben dünyanın bir erkek üretme fabrikası olduğunu düşünüyorum.
( Ekşi Sinema Röportaj, Kaan Müjdeci)
Bu soruyu soran Kaan Müjdeci’nin ilk uzun metraj filminin başkarakteri on bir yaşındaki Arslan; Anadolu bozkırında tüm akranları gibi aynı sırayı tekrarlayıp takip ederek günlerini geçirir. Okula gider, çobanlık yapar, akranlarıyla oynar, köyde aylaklık yapar. Onun çocuk evrenini sarsacak iki olaydan bihaber, kaygısız sürer yaşamını. Oysa binlerce yıldır erkek hemcinslerinin mücadele sebebidir, Arslan’ın ruhunu, kişiliğini derinden etkileyecek bu iki olay: güç ve aşk için rekabet. Sahip olmakla ilgilidir her ikisi de; almakla, kazanmakla…
Film, çocukların fişek patlattığı sahneyle başlar. Arslan ve arkadaşları daha ilk sahnede bir rekabete ve meydan okumaya girerler. Fişeği en yükseğe fırlatabilme konusunda iddialaşır küçük erkekler. Sonrasında yarı şaka yarı ciddi bir kavgaya tutuşurlar. Onlara bu coğrafyada biçilen ‘gerçek erkek olma’ konusunda ufak idmanlardır sanki bunlar.
Arslan’ın aşk ile imtihanı, bir masalla başlar. Öğretmen, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler oyunu için Ayşe’yi prenses seçer. Bunda sorun yoktur, çünkü zaten Ayşe Arslan’ın gözünde bir prensestir. Sorun onun prensidir. Öğretmen, muhtarın oğlunu prens seçer. Öğretmenin muhtarın oğlunu prensliğe layık görmesi, taşradaki bir tür sosyal tabakalaşmaya ya da köy öğretmeninin köyün bir nevi üst katmanı ile ilişkisini vurgular. Arslan’a cücelik kalır. Arslan’dır o, hırslıdır. Ormanın kralının adını vermiştir ailesi ona. Bir cüce olarak geride kalmayı sindiremez. Her ne kadar prens olmak istediğini öğretmene söylese de, “cüce olmanın nesi kötü” der öğretmen ve kabul etmez. Bilmez ki cücelik zayıflıktır, Ayşe onu hor görecektir. Arslan. Böyle olmasındansa okula gitmemeye başlar. Her gün okula gelir, oyunu izler ama içeri girmez. Küçük kalbinde kocaman bir dert oluşur, Ayşe de hiç yüz vermiyordur ona. Ta ki, Arslan ve dövüşçü köpek Sivas’ın yolu ve kaderi kesişene kadar.
Köyde sıkça yapılan köpek dövüşlerinden birini izlemeye gider Arslan. Sivas, o gün dövüşecek olan Kangal cinsi bir köpektir. Dövüşü kaybeder ve ağır yaralanır. Sahibi onu orada öylece bırakır. Övdükleri, göklere sığdıramadıkları Sivas; yenilmiştir, sahibinin erkek gururunu yere sermiştir, artık gücün egemen olduğu bu alanda ona yer yoktur. Dövüşen köpeklerdir ama asıl mücadele onların sahibi olan erkeklerin iktidar mücadelesidir. Film boyunca, erkeklerin cinsiyetlerini vurgulayıcı küfürleri sıkça kullanmaları da, kırsalın ataerkil yapısını ve erkek hegemonyasını ağır bir şekilde hissettirir.
Arslan, daha ilk anda sanki Sivas ile kendini özdeşleştirir. Sivas da yenilmiştir, dışlanmıştır, o anda güçsüzdür, en az Arslan’ın ruhu kadar yaralı, berelidir. Arslan onunla arasında duygusal bir bağ oluşturur ve Sivas’ı alıp evine getirir. Arslan Sivas ile beraber, gücü, sahipliği, hükmedebilmeyi, kazanmayı tadacaktır. Sivas, iyileşip güçlendikçe Arslan da onunla birlikte adeta güçlenir, özgüveni artar. Nitekim artık Ayşe bile onunla ilgileniyor ve yüzüne gülüyordur. Arslan, önceleri Sivas’ı dövüştürmek istemez; çocukça masumiyeti ile Ayşe’ye, “Köpeklerin canı yok mu?” der. Ancak sonunda kendinden beklenene, talep edilene, oynaması gereken role daha fazla karşı koyamaz ve Sivas’ı, muhtarın oğlunun köpeği ile dövüştürür. Sivas kazanır ve Arslan gücün tadını alır. Aynı gün ilk sigarasını içer, o artık erkeklik yolunda adımlar atıyordur.
Sivas, artık dikkatleri çeker ve köyün muhtarı ve diğer erkekler, onu daha büyük dövüşlere katması için Arslan’a baskı yaparlar. Arslan: ”Köpek benim değil mi, dövüştürmem” der. Muhtar:” köpek senin, sen bilirsin ama ‘it, itliğini’ yapmalıdır” der. Yani, biçilen roller bellidir, bir köpeğe bile. Erkek erkektir; ağlamaz, canı yanmaz, cesurdur, kadın gibi mızmızlanmaz. Köpek de köpektir; madem besliyorsun, senin için dövüşecek, seni koruyacak… Arslan’ın fotoğraflarda gördüğü çocuk ve köpek arasındaki duygusal bağı böyle bir ortamda kurması artık mümkün değildir. Nitekim boyun eğer sisteme ve istenene. Sivas, artık onun dövüşçüsüdür.
Son sahnede bir araba içinde, Sivas’ın kan, revan içindeki görüntüsü ve Arslan’ın hem kazanmış hem kaybetmiş; hem memnun hem de sıkıntılı bakışları eşliğinde Neşet Ertaş seslendirir bir türküyü, “Hata benim, suç benim” der. Hata hepimizin, suç da. Benim oğlum erkek mi olmuş diyen annenin. Sen erkek adamsın yaparsın diyen babanın. Erkektir tahrik olmuş, yapmış diyen toplumun…
Halil Dusak