Yurtdışı prömiyerini gerçekleştirdiği Cottbus Uluslararası Film Festivali’nden “En İyi İlk Film” ödülünü kazanan ve yerli prömiyerini gerçekleştirdiği İstanbul Film Festivali’nde “En İyi İlk Film”, “En İyi Kadın Oyuncu” ve “En İyi Sinematografi” ödüllerini toplayıp ardından Ankara Film Festivali’nde “En İyi İlk Film” ödülünü alan Sardunya (2020) filminin yönetmeni Çağıl Bocut ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sardunya’nın temel çıkış noktası nedir? Sizi bu hikâyeyi anlatmaya iten ne oldu?
2009 yılında filmin öyküsüne benzer bir şekilde ailemin birçok ferdinin aynı anda ciddi rahatsızlıklar geçirdiği zorlu bir dönem yaşadım. Bu dönem, baba-evlat arasındaki kuşak çatışması ve ölüme karşı takındığımız tavır hakkında sorular oluşturmama neden oldu. Babanın yaşadığı ciddi bir hastalığı, ailedeki gücün babadan evladına devrine neden olan üstü kapalı bir geçiş ayini olarak yorumladığım bir hikâye kurmaya çalıştım.
Urla’yı seçmenizin nedeni neydi?
Urla’yı seçmemizin bir nedeni başımızdan geçen hikâyeye sadık kalmak ve hikâyenin geçtiği coğrafyaya hâkim olmamla ilgili diyebilirim. Diğer bir nedeni de biraz ağır bir temayı işlerken görsel olarak Urla’nın iç açıcı tabiatından yararlanmaktı. Yani bir yanda hastalıklar, ertelenen diyaloglar ve ölüm varken diğer yanda bu Ege kasabasında hayatın acı tatlı, bir şekilde devam ettiğini vurgusunu hissettirmeyi hedefledik.
İlk filminizin çekim süreci hakkında neler söylemek istersiniz?
Ben çekim sürecini biraz yemek hazırlamaya benzetiyorum. Bir saatte hazırladığınız yemeği beş dakikada yiyorsunuz (Gülüyor). İki, üç yıllık bir hazırlıktan sonra filmi bir ayda çekiyorsunuz. Her şey o kadar hızlı gerçekleşiyor ki bu süreç, çoğu yönetmen için psikolojik olarak zorlayıcı bir deneyim olabiliyor, özellikle de ilk filminizi çekiyorsanız. Her ne kadar çoğu şey planlanan takvimle ilerlemiş olsa da her aşamada bir tereddüt yaşıyorsunuz. Prodüksiyona ve çekim takvimine bağlı olarak feragat etmeniz gereken sahneler/planlar olabiliyor. Akşamları kafanızda “neleri daha farklı ve daha iyi yapabilirdim” soruları bitmiyor.
Nadir karakteri Ege’nin kırsalında saygın bir hekim ancak ailesini kurtarma uğruna bir başkasını feda edip buna kendince bir bedel biçebiliyor. Bu, tekil ve müstakil bir hikâye mi yoksa bütüncül bir modern toplum eleştirisinden söz edebilir miyiz?
Aile kavramı pek çok kültürde ve toplulukta özendirilen, yüceltilen ve hatta kutsal sayılan bir kavram. Ancak aynı aileler, bütünlüklerine dair tehlike arz eden bir durum olduğunda çevrelerine akıl almayacak zararlar verebiliyor. Ebeveynler çocuklarının sağlığı ve geleceği için her şeyi göze alabiliyor ve başkalarına bedel ödettirebiliyor. Buradaki hikâye okumasını da aslında tekil bir anlatım üzerinden kurmadım diyebilirim.
Türkiye’deki göçmenlerin çalışma şartları düşünüldüğünde Mari karakteri filme önemli bir katman sağlıyor. Bu alt hikâyeyi nasıl yorumluyorsunuz?
Mari karakterini özellikle bir göçmen sorunu olarak ele almak istemedim açıkçası. Önceki sorunuza paralel olarak, ailenin dışından bir yabancı olmasını tercih ettim. Hatta literal olarak da kültüre yabancı olması, bu durumu destekleyeceğini düşündüm. Bir de ailenin vereceği zararın miktarını artırmak, çocuklarına para gönderen masum bir insanı sınır dışı ettirecek kadar ileriye taşımasına tanık olmayı tercih ettim.
Filmde, ışık dengesi çok özenliydi. Filmin görsel unsurları hakkında ne söylemek istersiniz?
Görüntü yönetmenimiz Orçun Özkılınç, benim yıllardır çalıştığım ve sevdiğim bir arkadaşım. İşinde oldukça titiz ve tecrübeli, kendi beğenisinin yanında filmin anlatmak istediği hikâyeye hizmet edebilecek bir görsellik oluşturmaya çalışan bir yapısı var. Sardunya filminin görsel dilini oluştururken gerçekten iyi bir ön hazırlık gerçekleştirdik. Çekim mekanlarında tek tek uzun vakitler geçirdik. Nasıl bir ışık tasarımı yapabileceğimizi, hangi saatlerde gün ışığından en iyi şekilde yararlanabileceğimizi değerlendirdik.
40.İstanbul Film Festivali’nde Sardunya “Seyfi Teoman En İyi İlk Film” ödülünü ve Defne rolüyle İlayda Elif Elhih “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü kazandı. Hem İlayda hem de festival süreci hakkında neler söylemek istersiniz?
Genç yaşta kaybettiğimiz Seyfi Teoman’ın filmlerini ve kendisini çok sevmemin yanı sıra özellikle Mithat Alam Film Merkezi’nin arşiv, gösterim, seminerler ve söyleşileri sayesinde bu mesleğe adım atmış biri olarak bu ödül beni çok duygulandıran, anlamlı bir ödül. Daha sonra Ankara ve Cottbus Film Festivallerinde de en iyi ilk film ödülleri aldık. Bu ödüller ve festivallerde seyirciler ile buluşmak bizim için büyük bir mutluluk ve motivasyon kaynağı oluyor.
İlayda Elhih çok ama çok yetenekli bir oyuncu ve seyir keyfi lezzetli bir performans sergiliyor. Aynı zamanda senaryo sürecine de katkısı oldu. Baba-oğul ve baba-kız dinamikleri farklı olduğundan ve filmin kahramanı onun kendi yaşına yakın olduğu için çokça ona danışmam gerekti. Casting sürecinde gerçekleştirdiğimiz ilk audition çekimlerinden itibaren onunla çalışmaktan dolayı kendimi şanslı hissediyorum açıkçası. Bu diğer oyuncularım için de geçerli, hâlâ Ali Seçkiner Alıcı’nın filmin başına gelmiş en güzel şey olduğuna inanıyorum (gülüyor).
Çağıl Bocut’a söyleşi için teşekkür ederiz.