1920’lerin New York’unda Harlem’de yaşayan evli ve iki çocuklu Irene, bir otelin çay salonunda eski bir okul arkadaşına rastlar. Tıpkı ismi gibi açık bir ten rengine sahip olan Clare, bir “passing”’dir ve seneler önce beyaz bir Amerikalıyla evlendikten sonra Chicago’ya yerleşmiştir. Bu sıra dışı karşılaşma, iki eski arkadaş arasında yeni bir ilişkiyi filizlendirir.
Rebecca Hall’un ilk yönetmenlik deneyimi olan Passing (2021), Nella Larsen’ın 1929 yılında yayımlanan aynı isimli kitabından uyarlanmıştır. Dünya prömiyerini 2021 Sundance Film Festivali’nde yapan film, aralarında BAFTA Ödülleri de olmak üzere pek çok ödül için aday gösterilmiştir. Clare karakterini canlandıran Ruth Negga, Passing’deki performansıyla yakın zamanda Chicago Film Eleştirmenleri Birliği’nce En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüne layık görülmüştür.
Irene -veya Clare’in ona hitap ettiği şekliyle “Reenie”-, hayatını tatminkâr bulan naif bir kadındır. Vaktinin büyük bölümünü evi ve ailesiyle ilgilenmekle, içinde bulunduğu sosyal çevrede çay saatleri ve dans partileri düzenlemekle geçirmektedir. Irene’in uysal ancak vakur duruşu, farklı duygularını sergilemekten kaçınırmışçasına takındığı sevecen ifadesi, buna rağmen gizlemekte zorlandığı kırılganlığı, ilk başta Clare’e karşı gösterdiği sınır koyma çabasını bir süre sonra faydasız kılacak ve Clare’in ışıltılı ve girişken tavırları karşısında -temkinli de olsa- bir büyülenme halinden onu alıkoyamayacaktır.
Clare, mevcut yaşamından memnun görünmekle birlikte artık geride bıraktığı kimliğinin olasılıklarına tarifi güç bir merak duymaktadır. Irene’in hayatına dahil olma konusundaki ısrarcı isteğinin sebeplerinden biri, Reenie’nin özgür ve güvende olmasıdır. Clare’e göre Reenie’nin hayatı, kendisi için bir olasılıktır ve bu olasılığın vadedebileceklerini keşfetmek Clare’i yorgun düştüğü “passing” yaşamından öteye, gerçek hislerin ve gerçek ihtimallerin bulunduğu bir çeşit düşe taşıyacaktır. Seçimleri sonucu elde ettiği mutlak izolasyon, kimliğini bulamama durumuna düşmesinden ve bastırdığı geçmişinin kaybolma tehdidi altına girmesinden başka bir işe yaramamış gibidir. Oysaki şimdi önünde uzanan bu yeni aralıkta varoluşunun anlam kazanabileceğini hisseder. Bu eşikten adımını atabilmesi içinse açtığı kapıyı iyice aralayacak ve ona kollarından tutarak eşlik edecek olan Irene’in yardımına muhtaçtır.
Belki de bundandır ki iki kadının ilişkilerinin ilk döneminde Clare, Irene için hep olması gerektiği yerde olur. Bir yandan onun kendisini unutmasına, bırakmasına izin vermezken diğer yandan bulaşıcı enerjisi ve sıcaklığıyla kelimenin tam anlamıyla her yerdedir. Irene’in hayatını anlamlı kılan tüm ögelere tek tek ortak olmayı ve tüm boşlukları akışkan bir coşku ile doldurmayı kendine görev edinmiş gibidir: Irene’in çocukları için aranan bir arkadaştır, eşi Brian içinse belki daha bile fazlası. Ancak izleyiciyi Irene ve Clare arasındaki gerilimin tam ortasına bırakan yakın plan çekimler ve caz tınılarıyla keskinleştirilmiş bu atmosferde iki kadın arasında yalnızca sezilebilen bir cinsel çekime de tanık oluruz. Irene başlarda pek de tanımlayamadığı bu durumdan ötürü memnundur. Clare’in varlığının ortama kattığı tuhaf dinginlik ona iyi gelmektedir. Öyle ki, Clare’in bu varlığını beyaz bir yazar olan arkadaşı Hugh’ya anlatırken sade egzotizm olarak tanımlasa da aslında aralarındaki ilişkinin “farklı ve yabancı olana duyulan merak veya ilgi”den daha fazlası olduğunun farkında gibidir. Clare kendisinin Reenie gibi stabil ve “tam” olamadığından yakındığında dahi Irene tarafından cömert bir şefkat ile sarmalanır. Irene, Clare’den etkilenmekle birlikte, onun kendisinin dostluğuna duyduğu ihtiyaçtan da beslenmektedir.
Öte yandan bu karşılıklı etkileşim, Irene’in düşündüğü kadar doğal ve besleyici değildir. Clare geçen zaman içerisinde Irene’i bir kenara itmek pahasına onun yaşamında ele geçirdiği etki alanında daha da güçlü parıldamaya başlar. Gittikçe kabuğuna çekilen Irene için özellikle eşi Brian ile Clare arasındaki içten etkileşimi izlemek aydınlatıcı olur. Clare, bir zamanlar “passing” olmayı tercih etmiş olabilir ancak herkes şu ya da bu şey için “passing” değil midir? Irene de zaman zaman “passing” olmayı aklından geçirmiş ancak her zaman var olduğu çerçeveyi korumayı tercih etmiştir. Onun süper-egosu, özenle takındığı duygusuzluk zırhının ötesinde gerçek bir derinliğe sahiptir: olumsuz her şeyi, özellikle de öfkeyi muhafaza edebilmenin bir yolunu o ana dek daima bulmuştur. Peki söz konusu Clare olduğunda yaşadığı katlanılmaz öfkeyi çevreleyecek bir kaynağı niçin bir türlü bulamaz? Irene, aslında özgür ve güvende olanın, öznel olasılıklarının peşinde bitmeyen bir heyecanla koşan Clare olduğunu anlamakta gecikmiş olsa da ona bizzat kendi elleriyle araladığı kapıyı sonsuza kadar kapatacak olan kazaya dek bunun kendisinde uyandırdığı öfkeyle yüzleşemez.Yönetmen Rebecca Hall, Passing’i, kendi ailesinden yola çıkarak kişisel geçmişiyle harmanladığı bakış açısından izleyiciye sunmaktadır. Hall’un annesinin ve büyükbabasının “passing” deneyimlerini, kitabı uyarladığı süreçte daha ayrıntılı olarak keşfettiği ve bu sayede aile geçmişinin izleri üzerinden kendini gerçekleştirdiği filmde, halen güncelliğini koruyan ten rengi, ırk, etnik köken gibi ayrımlara bireysel bir noktadan bakmaktadır. Bu açıdan ele alındığında yönetmenin toplumsal kimlik ve onun ideallerine yönelik eleştirisi, öznel deneyimlerin ışığında bir geçmişe dönüş üzerinden yorumlanmaktadır.
Siyah-beyaz çekim tekniğinin uygulandığı filmde sinematografi etkin bir karaktere bürünür ve tüm sahnelerde etkileyiciliğini ortaya koyar. Öyle ki siyah beyaza, beyaz siyaha karışırken grinin tekdüze görünümlü çeşitliliği üzerinden “herkesin şu veya bu sebeple bir şeyler için passing olduğu”, üzerine düşünmeye değer bir vurgu olarak zihinlere yerleşecektir.
*Passing: Bireyin ait olduğu kimlik grubu/kategorisi dışında bir gruba üyeymiş gibi görünme yetisini ifade eden bir sosyoloji terimidir. Filmde ve metinde kavram ırk kimliği bağlamında kullanılmaktadır.