32.Adana Altın Koza Film Festivali, 24 Eylül Çarşamba günü de aynı heyecanla ve dinamizimle geçti. Rezan Yeşilbaş’ın ilk uzun metrajı Uçan Köfteci ve Gözde Kural imzalı Cinema Jazireh isimli ulusal yarışma finalistlerinin gösterimleri yapıldı. Her iki film de iki ayrı salonda tıklım tıklım izlendi; meraklı, dikkatli bir seyirci profiliyle buluşan gösterimlerin ardından yapılan ekip katılımlı söyleşiler uzun alkışlarla ve sıcak bir diyalogla kapandı. Biz de festival boyunca olacağı gibi bugün de izlediğimiz bu iki film üzerine taze izlenimlerimizi paylaşıyoruz; hem seansların nabzını hem de salonlardaki ortak duyguyu aktarmaya çalıştığımız yazılarla karşınızdayız.
Uçan Köfteci (Yön. Rezan Yeşilbaş, 2025)
Gerçek bir hayat hikâyesinden ilham alan Uçan Köfteci, Rezan Yeşilbaş’ın ilk uzun metrajı olmasına rağmen son derece olgun, incelikli ve etkileyici bir sinema diliyle karşımıza çıkıyor. Film, paramotorla uçma hayali kuran seyyar köfteci Kadir’in hikâyesini anlatırken, yalnızca bireysel bir arzuya değil, bastırılmış arzularla örülmüş bir coğrafyanın kolektif hayal kırıklığına da dokunuyor. Gerçek hayattaki Abdurkadir Aslan’ın hikâyesi –ki 6 Şubat depremlerinde eşi ve üç çocuğuyla birlikte hayatını kaybetmiş– filme, anlatı boyunca hissedilen derin bir trajedi duygusu ve ağırlık katıyor. Yeşilbaş’ın hem senaryodaki titizliği hem de karakter inşasındaki sabrı, bu yaşanmışlığın ağırlığını sömürmeden, yüceltmeden, neredeyse belgesel duyarlılığıyla taşımasını sağlıyor.
Film, Diyarbakır’ın gündelik hayatına içeriden ve doğrudan bir bakış sunuyor. Yeşilbaş’ın bölgedeki hayata dair gözlemleri öylesine sahici ki kimi zaman sıradan bir cümleyle tüm bir sosyal sınıf, tüm bir baskı rejimi görünür kılınıyor. Diyaloglar neredeyse hiç aksamıyor; hiçbir replik çiğ ya da fazla yazılmış durmuyor. Üstelik bu kadar sağlam yazılmış bir senaryo, seyirciyi hafif bir tebessümden kahkahaya kadar uzanan bir mizah çizgisinde sürüklemeyi de başarıyor. Mizah burada bir kaçış değil; tam tersine, yaşamaya dair kararlı bir inat. Yeşilbaş, Doğu’da sıradanlaşmış baskı mekanizmalarını perdeye taşırken ajitasyona başvurmuyor; mağduriyet edebiyatına, kahramanlaştırmaya ya da melankoliye yaslanmıyor. Film, ötelenmişliği bir edebî pozisyona dönüştürmek yerine, onun içinden devinimle çıkan gerçek bir iradeyi anlatıyor. Diyarbakır’ın muhafazakâr, paranın her şeyi belirlediği yeni toplumsal yapısına da bölgedeki polis zihniyetine de aynı anda eleştirel bir mesafeden bakan anlatı, taraf olmadan haklıdan yana olmanın zarif bir örneğini sunuyor.
Ve tüm bu anlatının merkezinde, gökyüzüne duyduğu inançla varını yoğunu ortaya koyan bir adamın tutkusu yer alıyor. Kadir’in uçma arzusu yalnızca fiziksel bir yükseklik isteği değil; sıkışmışlığın, görünmezliğin ve değersizleştirilmiş hayatların içinden taşan bir özgürlük feryadı. Etrafındaki karakterler –absürt, komik, hüzünlü ya da ilginç yanlarıyla– bu hikâyeyi daha da zenginleştiriyor. Uçan Köfteci, yere değil göğe bakan, ama her adımında toprağın hafızasını taşıyan bir film.
Tuba BÜDÜŞ
Cinema Jazireh (Yön. Gözde Kural, 2025)
Türkiye prömiyerini Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştiren Cinema Jazireh, Taliban zulmü altında yedi yaşındaki oğlu Ümit’i arayan genç bir annenin hikâyesine odaklanır. Cinema Jazireh ismi bakımından umut vadeden bir anlatı kurmayı vaat etse de filmin çatısı sempatiden ve pozitiflikten oldukça uzak, ağır ve keskin bir yapı üzerine inşa edilmektedir. Keza filmin satır aralarında çok katmanlı bir metinle karşılaşmaktayız. Bu katmanların en çarpıcı olanı ise kuşkusuz kadın olmak üzerinde kurulur. Film, yalnızca kadın ya da anne olmanın sınırlarında kalmaz; insan olmanın, var olmanın bedelini ödeten sert ve zorlayıcı bir deneyime dönüşür.
Filmin özellikle kadınlık olgusu üzerinden yürüttüğü sorgulama, ana karakterin çocuğu için verdiği mücadeleyle şekillense de kaybolmuş hayatları ve insan hakları ihlallerini de görünür kılar. Böylece film, sinemada sıkça işlenen temaları ele alırken aynı zamanda kendine özgü, ayırt edici bir üslup yaratmayı da kotarır. Öte yandan kadının filmdeki konumu, feminist bir tartışmanın merkezine konumlanır. Kadının görünürlüğünün neredeyse yok denecek kadar az olması, dahası tek kadın karakterin erkek kılığına bürünmek zorunda bırakılması, yapımı neredeyse anti-feminist okumanın zeminine taşır. Ancak bu durum, kadınlığın bastırıldığı ya da yok sayıldığı coğrafyalarda, kadın oluş deneyimini tersinden görünür kılan çarpıcı bir anlatım stratejisine dönüşmektedir. Yönetmenin “mayınlı alanlara” cesurca dokunan yaklaşımı, filmi yalnızca dramatik bir hikâye olmaktan çıkararak tartışmalı bir politik metne delege eder.
Cinema Jazireh günümüz insanlığının toplumsal cinsiyet normlarının ötesinde köklü bir “insan olma” sorununa da işaret etmekten çekinmez. Bilakis, Taliban rejimi altında yalnızca kadınların değil çocukların ve erkeklerin de sistematik baskıya maruz kaldığını gösterir. Eril düzenin kendi yarattığı tahakküm mekanizmasının altında ezilen mağdur erkeklerin görünürlüğü, filmin en az susturulan kadınlar kadar önemli bir katmanını oluşturur. Bu bağlamda Cinema Jazireh, patriyarkanın yalnızca “kadına yönelik şiddet” başlığına indirgenemeyecek kadar kapsayıcı ve yıkıcı olduğunu gözler önüne sermektedir. Toz (2016) filminin ardından kamerasını yeniden Orta Doğu’nun sert siyasal iklimine çeviren Gözde Kural, gerçek bir hikâyeden esinlenen Cinema Jazireh’de izleyiciyi baştan sona çarpıcı bir hesaplaşmaya davet eder.