Acımasızlığın, şiddetin ve haksızlığın kol gezdiği bir düzenden kendini soyutlayarak bir kasabaya gizlenmiş bir oteldir, Anayurt Oteli. Ve doğumundan itibaren dünyanın dışladığı Zebercet’in (Macit Koper) sığındığı güvenli yuvasıdır.
Hiçbir yere ait olamama ve kimse tarafından kabul görememe Zebercet’in doğumuyla başlayıp ölümüne dek peşini bırakmayan bir marazdır adeta. Yedi aylıkken anasının rahminden dışlanır evvela. Ardından okul sıralarında arkadaşlarınca, askerlikte komutanlarınca, ilk gençlikte kadınlarca hor görülür, aşağılanır. Daha önce bir erkeğe konulduğu görülmemiş adı bile varlığının küçümsenmesi gibidir. Ondan sebep babasının ölümüyle idaresini ve kâtipliğini büsbütün üstlendiği bu otel, aynı zamanda onun dış dünyanın kötülüklerine kapılarını kapattığı ve insanlarla iletişimini neredeyse yok denecek dereceye indirdiği ‘anayurdu’ gibidir.
Yusuf Atılgan’ın herkesçe tanınıp bilinmesine vesile olan eseri Anayurt Oteli (1973) adlı romanın baş karakteri Zebercet, tam bir iletişimsizlik ve yalnızlık figürüdür. Hemen hiç dışarı çıkmaz; belli zamanlardaki rutin işlerini halleder etmez otele döner. Ne yaşadığı yerdeki esnafla ne de otelinde kalan müşterilerle iletişime geçer Zebercet, gerekmediği sürece insanlarla iletişim kurmayan birisidir. Sürekli olarak hor görüldüğü dış dünyaya karşı geliştirdiği bir savunma mekanizmasıdır bu.
Zebercet, şaşmaz düzenini sarsacak ve onu sığındığı kabuğundan gün yüzüne çıkaracak, bir diğer deyişle anlamsız hayatını anlamlandıracak bir sevgiye ihtiyaç duymaktadır. Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının (Şahika Tekad) onun bütün yaşantısına nüfuz ederek, onu şiddet ve intiharın eşiğine sürüklemesinin temelinde bu ihtiyaç ve hiçbir yere ait olamama duygusu yatar. Bu bakımdan kadın, Zebercet’i kozasından çıkararak bir anda onun yaşama gayesi olur, ona dışarıyı vaadeder ve böylece Zebercet, kadının tekrar hayatına adım atacağı günü beklemeye koyulur.
Yusuf Atılgan yalın fakat derinlikli bir üslupla kaleme aldığı bu eserinde birey üzerinden bir toplum eleştirisi yapar. Zebercet’in dışarıda vakit geçirdiği anlarda, onu yabancılaşmaya ve yalnızlığa iten toplumsal şiddete ve küçümsemeye birebir tanıklık ederiz. Diğer yandan Zebercet’in sapkınlığa varan boyuttaki cinselliğini, okuyucu üzerinde yaratacağı olası bir negatif etkiye aldırış etmeksizin tüm çıplaklığıyla anlatır. Esasen bu detaylar okuyucunun Zebercet’in içinde bulunduğu psikolojiyi her yönüyle anlatmasına hizmet ettiğinden okuyucuda daha gerçekçi bir etki bırakır.
Anayurdundan adımını dışarıya atar atmaz Zebercet, içkili aşevine, horoz dövüşüne ve sinemaya (dövüş filmine) gider. Ancak gammazlanıp polis tarafından tutuklanan adamı görmesi, sokakta kestaneci tarafından azarlanması, horoz dövüşünde izlediği güç ve şiddet gösterisi ve son olarak dövüşte tanıştığı gence sinemada duyduğu cinsel ilgi yabancısı olduğu ve midesini bulandıran tehlikelerle dolu dış dünyayla olan bağını koparıp daha çok yabancılaşmasına neden olur.
Öyle olmadığı halde kendini otelin (eski konağın) sahiplerinin soyundan, Keçecizadeler’den kabul eden Zebercet’in kimlik sorunsalı birçok yerde karşımıza çıkar. Cinselliği yaşayış biçimini başkalarından duyup dinlediği sözler ve hikâyeler belirler. Bıyığı olmamasına rağmen sürekli olarak bıyığının olup olmadığının yahut kesilip kesilmediğinin sorgulamasını yapar ki yazar bir yerde Zebercet’in babasının bıyıklı oluşundan bahseder. Dışarıda tanıştığı birine kendisini nüfusta çalışıyor diye tanıtır fakat nüfusta çalışan kişi de babasıdır. Ortalıkçı kadını boğması ve intihar etme biçimi bile konağın/otelin gerçek sahiplerinin oğluna ait davranışlardır. Tüm bunların kökeninde geçmişte yaşadıklarının yarattığı özgüvensizlik, itilmişlik, dışlanmışlık ve kabul görmeme duyguları yatar.
Gecikmeli Ankara treniyle gelen kadının tekrar gelmeyeceğine iyice emin olduğunda otele müşteri almamaya başlar, oteli kapatır, kayıt defterine eski müşterileri tekrar girer, ortalıkçı kadını boğar, buna şahit olan kediyi de öldürüp sokağa atar. Artık hayattaki yegâne tutamağını da yitiren Zebercet’in yalnızlığı uç boyutlara taşınır ve bu durum onun kaçınılmaz sonunu hazırlar. En nihayetinde bütün hayatı gibi ölümü de dramatik olur.
Yusuf Atılgan, Zebercet’i merkeze koyarak (öyle ki Zebercet dışında kitaptaki birçok karakter ismiyle anılmaz) onun bakışından dış dünya ile iç dünyası arasında kurduğu çatışmalar üzerinden bir dil kurar. Hikâyeyi ve karakterin psikolojisini yansıtan iç monologlar, bilinç akışı gibi anlatım teknikleriyle de bunu destekler. İçinde yaşadığı topluma ve kendine yabancılaşmış olan Zebercet’in varoluş sorunsalını her aynaya bakışında adını tekrarlaması, sokakta ilgi duyup peşine takıldığı bir kızın başkasıyla buluştuğunu görmesi, birlikte bir gece geçirmek istediği fahişenin otele gelmemesi, varlığından bihaber cinsel ilişkide bulunduğu ortalıkçı kadının uykusunda “Hoşt köpek!” diyerek onu yok sayması gibi örneklerle ortaya koyar.
Kitapla aynı ismi taşıyan film, yalnızlık ve iletişimsizlik temaları üzerinde yoğunlaşan ve başarılı kitap uyarlamalarıyla bilinen Ömer Kavur tarafından beyaz perdeye aktarılır. Kavur, Anayurt Oteli’nde büyük oranda kitaba sadık kalmaya özen gösterir. Kitaptan farklı olarak filmde hikâye1960 yerine 1980’de geçer.
Filmle roman arasındaki en büyük farklılık ve anlam karmaşası otelin/konağın sahipleri Keçecizadelerin geçmişine değinilmemesinden ileri gelir. Halbuki Zebercet’in psikolojisinin derin bir biçimde algılanabilmesi, onun Keçecizadelerin tarihiyle yaşantısı arasında kurulan benzerlikle bir anlam kazanır. Bu bağlamda örneğin Zebercet’in kendini astığı odanın anlamı, neden kendini asarak öldürdüğü, beşik sallarken yanında gördüğümüz fotoğraftaki kadının kim olduğunu kavramak seyirci açısından zorlaşır. Kitapta fotoğraftaki kadın Keçecizade Faruk’un âşık olduğu yengesidir ve bu aşk yüzünden intihar etmiştir. Zebercet, Faruk Dayısı ve Semra Yengesinin durumunu kendisininkiyle özdeşleştirir. Fakat filmde gecikmeli Ankara treniyle gelen kadınla fotoğraftaki kadın aynı kişi olmasına rağmen, Zebercet’in beşik sallaması, akıllara fotoğraftakinin yengesi değil, annesi olabileceği ihtimalini getirir.
Diğer yandan Atılgan olayları eşzamanlı olarak aktarır. Şimdiki zaman, geçmiş ve gelecek aynı anda parantez içindeki monologlarla verilir. Filmdeyse Ömer Kavur geri dönüşler yerine, olayların anlatının içindeki kişilerce dile getirilmesini tercih eder. Geçmişe dair her şey iç monologlar şeklinde aktarılır. Bunun yanı sıra bir kitap uyarlaması olarak filmin başarılı olduğunu, görüntüleri ve kurgusuyla karakterin yalnızlığını, karamsar dünyasını ve içinde bulunduğu psikolojiyi kitaptakine benzer biçimde perdeye yansıttığını söylemekte fayda var.
1987 Altın Portakal’da “En İyi Film” ve “En İyi Yönetmen” ödüllerinin yanı sıra İstanbul ve Venedik Film Festivali dahil bir çok festivalden ödülle dönen film hakkında, Yusuf Atılgan da “İyi bir film olmuş Anayurt Oteli. Film tam roman değil ama güzel.” yorumunu yapmıştır.
keşke yasemin soyadınıda yazsaydın şuan yapacağım ödevde soyadın gerekiyor çünkü
Yasemin Kartal
Bence fılmmı begensemde bıraz detay yoksunu buldum oda şu ki ; fılm başında başrol oyunculugun a sosyal halı nedenlerı werılebılırdı ….bu acıdan bakınca fım sankı ortadan başlamış gıbı oluyor.The cure kılıbıde bı sahnede hoş bı detaydı bnce…Fılmden en cok etkılendıgım we şimdıye kadar gordugum en guzel gerılım sahnesı “beşikli sahne idi” we fınalde kı kamera performansıda – otelın son halını odaları gezerek bıtmesı-benı benden aldı . Fon muzıgı zaten tek başına resıtaldı..