Salt and Fire (2016)
Salt and Fire, festivalin ilk gününde gösterilen bir diğer film oluyor. Daha önce de 36. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen Salt and Fire, Werner Herzog’un son filmi olmasından dolayı büyük bir merakla izleyicisini sinema salonlarına taşıyor.
Diablo Blanco adı verilen bir felaketi araştıran Profesör Laura Sommerfeld (Veronica Ferres), Dr. Cavani (Gael Garcia Bernal) ve Dr. Meier (Volker Michalowski), araştırmanın devamı için Güney Amerika’ya giderler ama onları karşılamaya gelenlerin planları farklıdır. Üç araştırmacıyı da kaçıran kimliği belirsiz kişilerin, asıl peşinde oldukları kişi, Profesör Sommerfeld’dir. Nedeni ise volkanik patlamanın yaklaşması sonucu oluşan zehirli tuz çöllerinin genişleyip yayılacak olmasıdır. Olayların sorumlusu olarak gösterilen Matt Riley (Michael Shannon), Sommerfeld’i zehirli tuz konusunda ikna edebilmek için de onu kaçırıp çölün ortasında bırakma yolunu seçmiştir.
Filmin böyle bir konuyu alıp bunu felsefi ve edebi altmetinlerle doldurması takdir edilesi bir hareket oluyor. Senaryonun arasına sıkıştırılmış, ama senaryodan bağımsızmış gibi görünen diyaloglar ve olaylar filme gizem katarken bir de karakterlerin bir arayış ve farkındalık içerisinde olmalarına yardımcı oluyor. Roma’daki manastır, gösterilen sanat eserleri, İnka çocuklar gibi gizemi ayakta tutan bir çok öge de mevcut. Ama bu gizemin ardına erişmemize izin verilmiyor. Filmin çok uzun tutulan giriş kısmına kıyasla, gelişme ve sonuç bölümleri çok kısaymış izlenimi edinmemize neden oluyor. Özellikle Sommerfeld’in tuz çölünün ortasında İnka çocuklarla geçirdiği zaman diliminde kendi iç arayışını tamamlamış olduğunu düşünmemiz istenirken, gerçekte bu yakalanamıyor. Başlarına silah dayanan o çete bir anda unutulup eğlenceli anlara geçiliyor. Bu tür durumlar, dolayısıyla “Neden?” dememize sebep oluyor.
Senaryosundaki anlamsızlıklara rağmen Salt and Fire, sırf diyalogları ve görsellikleri için bile tekrar tekrar izlenebilecek ve üzerinde tartışılabilecek bir film halini alıyor.