Peri Annesiz Bir Masal Mümkün müdür?
Hangimiz masallarla büyümedik ki. Kırmızı Başlıklı Kız, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Rapunzel, Uyuyan Güzel, Külkedisi ve daha niceleri… Ataakım* masallar aracılığıyla patriarkal bakış açısı, onun gücü, tahakkümü; yıllardır beynimize nakşedildi ve edilmeye devam ediyor. Erkek avcı tarafından kurtarılan kız çocuğu, bir prensin öpücüğüne muhtaç, avcı tarafından hayatı bahşedilen, yaşadığı sefil hayattan kurtulmak için prensle evlenmesi gereken, hapsedildiği yerden kurtulmak için prense ihtiyacı olan genç kadınlar… Hepsinin kurtulması bir erkeğin adeta iki dudağı arasındadır. Üstelik bu kadınları, kız çocuklarını kurtaran erkek gücünün oldukça da vahşi bir yerde durduğunu da pekâlâ söyleyebiliriz.
İnsan gibi bilinç sahibi canlıları acımasızca katleden, eli kanlı katiller tarafından kurtarılmak ne acıdır. Bir canı öldürürken diğer bir canı kurtarmak nasıl bir paradokstur? Ya da neden eril gücün yardımı olmaksızın başaramaz bu kadınlar? Külkedisi, evlenmeden yaşadığı bedbaht hayattan kurtulamaz mı? Peki, Külkedisi’nin baloya gitmek için bir peri anneye (Patriarkal düzene hizmet eden bir güçtür.)gerçekten ihtiyacı var mıdır? Baloda prensi etkilemek için cam ayakkabılara, gereksiz süse, ihtişama gerek var mıdır? Bence değil! Külkedisi’nin ne peri anneye ne de onun sadece dış görünüşüne âşık olan, onu adeta bir arzu nesnesi olarak konumlandıran bir prense ihtiyacı yoktur. Külkedisi, istediği zaman özgürlüğüne yelken açabilir. Kendine hayat mücadelesinde eşlik edecek başka kadınlar bulabilir. Bu düzenin kovanına çomak sokan bir hamle yapılabilir. Tunç Şahin’in İnsanlar İkiye Ayrılır (2020) isimli filmi işte bu teoriyi bir nebze de olsa gerçekleştiren bir yapım olarak yüreklere su serpiyor.
Film, Külkedisi masalı üzerinden yazılmış bir banka reklamıyla başlıyor. Reklam, Külkedisi’nin baloya gitmek için peri anneye ihtiyacı olmadığını; kapital anne sayesinde baloya gidebileceğini iddia ediyor. Burada öncelikle bankanın, bankanın temsili kapital annenin (Tıpkı peri annede olduğu gibi.) eril gücü temsil ettiğini belirtmeye gerek bile yok sanırım. Tıpkı bir canı katlederken diğer bir canı kurtaran avcı gibidir bankalar. Bir yandan verirken bir yandan fazlasıyla da alır. Zira bankalar, kapitalist sistemin en önemli kollarından biridir. Ataerkil toplumun devamının sağlayıcısı olan kapitalist sistem ve onun askerleri olan bankalar, tam olarak eril tahakkümün bileşenleridir. Aslında tam anlamıyla banka reklamı ve vaat ettikleri modern bir Külkedisi masalıdır. Kapitalist sistem eril güce, kapital anne ise insanları o eril güce ulaştıran peri anneye denk gelir.
Film, ise bir grup kadın tarafından (Bahadır karakteri bir erkek olsa da günün sonunda bir mağdurdur ve kadınların dayanışmasında etkin bir rol oynar.) sistemin işleyen çarklarından birinde bir gedik açıyor. Peri anne ya da kapital anne gibi eril güce hizmet edenlere son anda bir çelme takmayı başarıyor. Fakat bu masallarda geçen veya bize masal etkisi yapması için yaratılan annelerin yanında gerçek anlamda kadın gücünü temsil eden annelerin varlığını da es geçmemek gerek. Filmde hiç görmediğimiz ama varlıklarıyla bile bir otorite olduklarını hissettiren gerçek annelerin gücü ise asla yadsınamaz. Gerek Ceren’in gerekse de Duygu’nun anneleri anaerkil düzenin temsilcileri olarak okunabilir. Filmde bu kadın dayanışması, kadının kendi ayaklarının üzerinde durarak hayata devam edebilmesi, erki alaşağı etmesi yüreklere su serperken aynı zamanda İnsanlar İkiye Ayrılır, bechdel** testini de başarıyla geçiyor.
Batan Gemide Suya Batmamak Mümkün müdür?
Film, her ne kadar bir nebze romantizmden izler taşısa da günün sonunda asla bir romantik komediye evrilmiyor. Zaten varla yok arasında olan erkek varlığının kadına bakışını neredeyse görmeyiz. Tabii Eray karakterini saymazsak. Zaten Eray karakteri filmde ayrı bir noktada durmaktadır. Eray hariç bu hikâyede klasik anlatı yapısındaki gibi bir iyi ya da kötü de yoktur zaten. Yani demem o ki film, masallardaki gibi siyah beyaz bir dünya tasviri de sunmayarak gerçekleştiriyor bunu. İnsanlar İkiye Ayrılır, kahramanların ya da acizlerin değil hep birlikte hayatta kalmaya çalışanların filmi.
Bankaya olan kredi borçlarını ödeyemeyen kişilerden parayı tahsil eden aracı bir kurum olan danışmanlık şirketi ve orada çalışanlar üzerinden ilerliyor film. Duygu, Tilbe ve Bahadır bu kurumda çalışanlardan bazıları. Müşterilerini birçok taktikle köşeye sıkıştırarak borçlarını tahsil etmeye çalışan bu kişilerin ise siyah bir alanda durduğunu söylemek zor. Zira onlar da borçlarını ödemek için asla içselleştiremedikleri işi yapmak zorundalar. Borçlulardan biri olan Ceren ise her ne kadar beyaz alanda duruyor gibi görünse de günün sonunda gerek banka avukatı Müge gerek Ceren ve diğerleri gri bir portre çizmektedir. Filmin en önemli başarılarından biri de budur zaten.
Yaşadığımız çağı göz önüne aldığımızda pür iyi yani tüm toplumsal normları içselleştirmiş birini bulmak imkânsızdır. Ki böyle biri bulunsa da hayatta kalması mümkün değildir. Yaşadığımız dünyayı bir gemiye benzetirsek bu gemi çoktan batma noktasına gelmiştir. Hepimiz boğazımıza kadar bedbaht hâle gelmiş denizin içinde debelenmekteyizdir. Yine de Şahin, kolay yolu seçerek karakterlerini iyi ve kötü olarak belirginleştirebilirdi. Ki bu anaakım seyircinin de tercih edeceği bir seçim olurdu. Seyirci karakterlerle özdeşlik kuracağı, hikâye ile katarsis yaşayacağı bir filmi tercih eder. Ama Şahin böyle bir hesap içine girmeyi asla düşünmemiş anlaşılan. Zaten İnsanlar İkiye Ayrılır’ın anaakım bir yerden ziyade daha özgün bir noktada konumlanmasının da en önemli sebeplerinden biridir bu. Ve tabii ki filmin ismiyle müsemma olmadığını da bu sebeple söyleyebiliriz. Filmin ismi adeta anlattığı hikâye ile büyük bir tezat içerisindedir. Ne kimseye tam olarak öfke ne de merhamet duyamayız.
Şahin’in bu tercihinde aslında hedefe bireyleri değil de sitemi koymak istemesi yatıyor da olabilir. Sonuçta bu sitem insanlara borçla da olsa her şeye ulaşabilme şansını verdi. Kapitalist sistemin en önemli kozlarından biri nispi refah*** değil midir zaten. Sistem, umutlarını gerçekleştirmek isteyen insanlara adeta peri annenin yaptığı gibi sanal bir dünya yarattı. Her ne kadar Şahin, bu filmin bir sistem eleştirisi olmadığını söylese de özellikle sonuyla sisteme yanından yöresinden bir çizik attığı inkâr edilemez. Zaten Şahin, verdiği röportajlarda da sistem eleştirisi yapmak gibi bir amacının olmadığını ama hayat görüşünün filme yansımış olabileceğini söylüyor. Neticede film, bir yandan da Şahin’in kendi kişisel hesaplaşmasıdır.
Kurdu Öldürmeden Kırmızı Başlıklı Kız’ı Kurtarmak Mümkün Değil midir?
Şahin, ailesinden dolayı borç tahsilâtı yapan bir aracı şirket sayesinde tüm bu tahsilât ağını tanımaya daha sonra da çözmeye başlar. Bu kişisel arayışı onu İnsanlar İkiye Ayrılır filmine kadar getirir. Aslında birçok yönetmen, filmlerine kendi yaşanmışlıklarından izler koyar. Hatta kendi travmalarını atlatmak, benliğiyle barışmak, kendini affedebilmek adına film üretir. Bana kalırsa Şahin, filmi biraz da bu tahsilât yapan kişileri anlamak ve onlara olan kızgınlığını savmak için yapmıştır. Zira film, her anında bu aracı şirkette çalışan kişilerin hayattaki çıkışsızlığını, yaptıkları iş ile vicdanları arasında soluksuz kaldıklarını dile getirmekten geri durmamaktadır.
Sırf o yüzden belki de aracı şirketin patronu Eray hariç saf kötü olarak tanımlayacağımız kimse yoktur filmde. Duygu, kardeşinin imzaladığı borç senetleri nedeniyle; Tilbe, evlilik arifesinde borç silsilesinden kurtulmak amacıyla; Bahadır ise borçlu olduğu aynı aracı şirkete borcunu ödeyebilmek için kabul etmiştir bu işi. Açıkçası onlara bu hayatta ya avcı ya da av olma şansı sunulmuştur. Ne yazık ki başka bir alternatifleri yoktur. Peki, bu ikisini de reddetmek mümkün değil midir?
Kırmızı Başlıklı Kız masalında karakterlere ya av ya da avcı olma şansı sunulur. Kırmızı Başlıklı Kız da büyükannesi de kurt da bu iki seçenekten birini seçmek zorunda kalır. Oysa ne av olmaya ne de kimseyi avlamaya gerek duymadan yaşanılacak bir hayat mümkün olabilir. Zaten Duygu ile Tilbe’nin, Müge’nin, Ceren ile Bahadır’ın seçtikleri yol biraz da bu istekten dolayı ortaya çıkar. Zira bu hayatta hem av hem de avcı olmuşlardır. Geriye bambaşka bir tercihi denemek kalmıştır.
Ödüllerle Taçlanan Bir Başarı
Filmin tüm bu incelikle işlenmiş hikâye yapısıyla yarışacak kurgusuna ise değinmeden olmaz. Şahin, lineer akan bir hikâye yapısı sunmuyor seyirciye. Üstelik bu parçalı kurgusunun yanında anlatıcılar da sürekli değişmektedir. Büyük bir çoğunluğunu flashback ile öğrendiğimiz hikâyede kimi zaman anlatıcı, Duygu kimi zaman da Bahadır olur. Duygu ile Bahadır’dan dinlediğimiz bu anıların ise güvenirliği oldukça düşüktür. Zira her ikisinin karşısında da film boyunca mücadele ettikleri bankanın temsilcisi ile danışma şirketinin patronu vardır. Yani düşmana karşı anlatılanlar bambaşka bir şekilde de yaşanmış olabilir. Peki, filmin sonundaki Müge’nin tahayyülü üzerinden izlediklerimiz? Velhasılıkelam Şahin, yaşananları büyük oranda seyirciye bırakıyor. İster Duygu ile Bahadır’ın kurgusuna ister Müge’nin tahayyülüne isterseniz de bambaşka bir hikâyeye inanmak size kalmış. Ki film, salondan çıkmak için sabırsız seyirciye de oldukça incelikli bir tuzak kurarak hikâyenin sonunu daha da açık bırakabilmektedir. Ama biraz daha sabırlı seyirci için taşlar büyük oranda yerine oturmaktadır. Ne diyeyim, tercih sizin.
Prömiyerini yaptığı Antalya Altın Portakal Film Festivali’nda En İyi Senaryo(Tunç Şahin) ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Nezaket Erden) ödülünün sahibi olan, yerli sinemanın geleceği açısından umudu diri tutan bu filmi, hâlâ Kadıköy Sineması’nda izleme şansınız var. Bu şansı mutlaka değerlendirmelisiniz!
*Feminist bir siyaset felsefecisi olan Mary O’Brien tarafından ortaya atılan bir terimdir. Ataerkil davranışların ve enstitülerin kültürel söylemi nasıl doldurduğunu gözler önüne sermek amacıyla kullanıma sokulmuştur.
**Kadınların kurgudaki temsilinin bir ölçüsüdür. Test eserde erkekler dışında herhangi bir şey hakkında birbiriyle konuşan en az iki kadın olup olmadığına bakar. Test adını Amerikalı karikatürist Alison Bechdel’dan almıştır.
*** Yeni sömürgecilik metodu, bir yandan emperyalizmin ülkeye iyice yerleşmesi (yani emperyalizmin sadece dışsal bir olgu değil, aynı zamanda içsel bir olgu hâline gelmesi) sonucunu doğururken öte yandan geri bıraktırılmış ülkelerde, geçmiş dönemlere kıyasla, izafi olarak -feodalizmin etkin olduğu eski sömürgecilik dönemine kıyasla- belli ölçülerde pazarın genişlemesine paralel olarak toplumsal üretim artırmıştır. (Mahir Çayan- Bütün Yazılar)