“Hayat, futbola fena hâlde benzer. Futbol; şahsi beceri gerektirir ama aslında topla oynanan, yani insanların bir takım hâlinde oynadıkları bir oyundur. Hayat da öyle değil mi?”
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar (2000) işte bu cümlelerle açılışını yapar. Film, ilk dakikasından itibaren hayat, futbol ve aşk üçgeni üzerine kurulmuş bir çizgide ilerlemeyi başarıp tutkulu bir taşra hikâyesinin ortasına bırakır izleyenleri. Serdar Akar’ın çocukluk anılarından yola çıkarak senaryolaştırdığı film; metaforik anlatısıyla ön plana çıkıp ilgi uyandırıyor. Başrollerinde Savaş Dinçel, Erkan Can, Müjde Ar, Rafet El Roman gibi isimlerin yer aldığı film; bir futbol temasının altından hayata dair verdiği türlü detaylarla dikkat çekmeyi başarıyor.
Takvimler 1982’yi gösterdiğinde Esnafspor, Bursa Amatör Kulüpler Ligi’nde bir sezonu devirmiş, diğer sezonun başlamasını beklemektedir. Bu sırada Ülküspor’un elinden alınıp transfer edilen Serkan (Rafet El Roman) takıma ve kasabaya farklı bir heyecan getirmiştir. Bir yandan Serkan ile güçlenen Esnafspor’un profesyonel olmak için kat ettiği yola şahit olduğumuz hikâye, bir yandan da Hacı (Savaş Dinçel) ve takımın kalecisi Suat (Erkan Can) vesilesiyle izleyenlere hayatı ve aşkı sorgulatmaktan da geri kalmıyor.
Serdar Akar’ın ikinci uzun metrajı olan Dar Alanda Kısa Paslaşmalar; Gemide (1999) filminden sonra artan beklentileri karşılıyor, hatta çıtayı bir tık yukarı taşımayı da başarıyor. Bir futbol teması altından filizlenen; hayatın tam merkezinde yer alan duygular, izleyenleri hikâyeye bağlayan yegâne faktör. Film, en başta bizi bir futbol hikâyesinin ortasına bırakıyormuş gibi gözükse de paranın söz sahibi olmadığı bir dünya düzeninde, birlik olmaya çalışan bir avuç insanın tutku dolu hikâyesine odaklanıyor. Bu noktada hikâyeye paralel olarak Hacı ve Suat’ın, aslında hiç onların olmayan aşkların peşinden umutsuzca koşuşlarına şahit oluyoruz. Nitekim filmin bize vadettiği metaforik anlatım da yoğun bir şekilde burada karşımıza çıkıyor. Bu bir maçtır ve ne Hacı’nın ne de Suat’ın pes etmeye niyetleri vardır. Tâ ki maçın skoru belirleninceye dek. Suat bu karşılaşmada farkında bile olmadan Serkan’a yenilecek, üzülecek, ancak erdemli bir şekilde yenilgiyi kabul edecektir. Çünkü futboldur bu, yenmek de vardır yenilmek de. Kendi deyimiyle o, kapalı dükkâna kira ödemiştir. Hacı’nın Aynur (Müjde Ar) ile yaşadığı ilişki ise hikâyenin bilinmezlerle dolu tarafı olarak öne çıkar. “Ne seninle ne sensiz” sendromuyla hayatlarını idame ettirmeye çalışan bu ikili, hangi tarafı seçerse seçsin zorlanıp tökezlerler. Bu noktada kimseye belli etmeden yaşamaya çalıştıkları bu münasebette ikisi de her defasında yenilen tarafta yer alıp imkânsız bir aşk portresi çizerler. Keza filmin bütününe baktığımız zaman kazananın da kaybeden tarafta yer aldığını göz önünde bulundurursak, herhangi bir aşkın galip gelmesi zaten düşünülemez!
Filmi aslında bir tutku hikâyesi olarak da nitelendirebiliriz. İmece usulü yönetilen bir futbol takımının ekseninde ilerleyen hikâye, çıkar ilişkilerini dışarıda bırakıp arkadaşlığı, tutkuyu odak noktasına yerleştirmesiyle dikkat çekiyor. Bunu yaparken de bir yandan tüm film boyunca irdelenen takım olabilmenin önemi, hem futbola hem de hayata dair türlü çıkarımlar yapabilmemize olanak sağlıyor. Bu noktada işin içine dâhil olan, Ülküspor başkanı Cem’i (Uğur Polat) hikâyenin kötü adamı olarak nitelendirebiliriz. Bir tarafta birbirine tutku ile bağlı, tek dertleri futbol oynamak olan Esnafspor; diğer tarafta ise olaya tamamen maddi gözle bakan, futbol üzerinden nemalanmaya çalışan Cem. Bu iki tarafı hikâyenin siyah ve beyazı olarak ayırmak en doğru ifade olacaktır. Hatta yer yer Yeşilçam dönemi kadar iyi ve kötü keskin bir şekilde resmedilir. Bu noktada içerdiği benzerlik nedeniyle akıllara, 1975 yapımlı Bizim Aile geliyor. Bir tarafta gücünü kullanan bir burjuva portresi diğer tarafta ise birbirlerine sadece sevgi ile bağlı kocaman bir aile. Nasıl ki Saim Bey, parasının gücünü kullanarak Yaşar Usta ve ailesini yıkmaya çalışıyorsa Cem de daha fazla para kazanmak adına Esnafspor’u ortadan kaldırmak için çaba sarf eder. Ancak Cem’in hesaba katmadığı nokta ise Esnafspor’un birbirine sevgi, futbola ise tutku ile bağlı olmasıdır. Nitekim bu noktadan sonra Cem, parasına para katmak için elinden geleni yapıp başarılı olsa da bu temiz insanların arasındaki birliktelik duygusunu asla zedeleyemez. Çünkü Yeşilçam melodramlarında olduğu gibi onları birbirine bağlayan unsur paradan daha önemli bir kavram olan sevgidir. Bu noktada filmi kapitalist karşıtı duruşu ve Yeşilçam göndermeleriyle de ayrı bir yerde konumlandırmak mümkün hâle gelir.
Pekâlâ, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar sadece bir futbol filmi mi? Kesinlikle hayır. Film; her ne kadar bir futbol takımı ekseni etrafına kurulmuş olsa da hayata dair sunduğu kesitlerle ön plana çıkmayı başarıyor. Tüm film boyunca dile getirilen, “Hayat, fena hâlde futbola benzer.” söylemi, aslında filmde tercih edilen dili açıkça gözler önüne seriyor. Şampiyon olmak, küme düşmek, berabere kalmak, gol atmak gibi futboldan kulak aşinalığımızın olduğu terimler, burada tamamen hayata endekslenerek hikâyenin kendi bireysel şampiyonlarını ve küme düşenlerini yaratmayı başarıyor. En başta futbol tutkunlarının günlük hayatta sıkça kullandığı bu dilin, filme harikulade bir şekilde aktarılması, söylem anlamında filmi türevlerinden ayırabilmeyi başarıyor. Her ne kadar filmi bir futbol filmi olarak nitelendirmesek de, film içinde futbol sevdalılarını mutlu edecek bolca malzemenin dışında artık bir sektör hâline gelen endüstriyel futbola dair de eleştirilere rastlayabiliyoruz. Özellikle amatör ruhtan profesyonel olma evresine geçiş süreci; futbolun yalnızca futbol olmadığını, üzerinden türlü oyunlar dönen, genç kapitalistlerin gözünü diktikleri bir bacasız sanayi olduğunu resmediyor. Aslında bu da günümüzde futbolun bir oyundan, bir tutkudan daha fazlası olduğu gerçeğini açık bir şekilde ortaya koyuyor.
Filmin başından sonuna vadettiği takım olma olgusu, hikâyenin işleyiş tarafında da karşımıza çıkıyor. Keza filmde Hacı ve Suat dışında kimsenin öne çıkmadığını, geri kalan herkesin bir dişlinin işleyen parçaları olduğunu söyleyebiliriz. Hacı rolüyle karşımıza çıkan Savaş Dinçel, şüphesiz filmin en büyük artısı. Filmin ilk dakikasından itibaren, hitabet yeteneği ile dikkat çeken Esnafspor’un hocası Hacı, aslında herkesin saygı gösterdiği, ancak kendisine pek de saygı duymayan, amiyane dille hayatın sillesini yemiş bir adam. Hayatını başkalarına adayıp kendi hayatını yaşamayı es geçen Hacı, aslında hikâyenin bağlayıcı unsuru olarak göze çarpıyor. En zor zamanlarda çıkıp gelen, bir sözü ile tüm olayları çözüme kavuşturan karakter, Savaş Dinçel’in ustalığına yakışır bir performans ile daha da yücelip filmin en çok ilgi çeken karakteri olabilmeyi başarıyor. Erkan Can’ın hayat verdiği Suat ise filmde öne çıkan bir başka karakter. Gemide (1999) filminden sonra tekrardan birlikte çalışma fırsatını yakalayan Serdar Akar-Erkan Can ikilisinin uyumu, şüphesiz Suat’ın etkileyici performansına da yansıyor. İlerleyen yaşına rağmen arkadaşları ile birlikte futbol sahasında savaş veren Suat’ın, kaleciliğinden öte, umutsuz bir aşığı resmedebilmesi, onu hikâyede fark yaratan bir konuma getiriyor.
Filmin yönetmeni Serdar Akar’a ise ayrı bir parantez açmamız gerekiyor. Televizyondan sinemaya uyarlanan işlerini dışarıda bıraktığımızda, Akar’ın sert ve vurucu bir anlatım tarzını tercih ettiğini görüyoruz. Ancak Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’da kullandığı dil, şüphesiz onun filmografisinin de en naif filmi olarak öne çıkıyor. Bunda çocukluk anılarından esinlenmesinin payının bir hayli fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ancak senaryosunu kendi yazdığı filmlerde olduğu gibi, bu filmde de hayatı odak noktasına yerleştirerek işlediğine bir kez daha şahit oluyoruz. Gemide filminde bir gemi içerisine sığdırdığı hayatı, bu sefer bir futbol sahasının merkezine yerleştirip, yaşam ile ilgili bolca detaylara yer vermesi Serdar Akar’ın tarzını ortaya koyan bir ayrıntı olarak da öne çıkıyor.
Tüm parametreleri birleştirdiğimizde Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, bir futbol teması altından büyümeyi başaran bir birlikteliğin hikâyesi. Farklı dili, başarılı oyunculukları, etkileyici senaryosu, eşi benzerine az rastlanan naif ve vurucu anlatısı ile sadece Serdar Akar’ın filmografisinde değil, sinema tarihimizde de fark yaratmayı başaran film, ilgi çeken ismi ile de hafızalarda yer etmeye devam ediyor.
Polat Öziş