Yapımcılığını Riz Ahmed ve Nikolaj Coster-Waldeu’nun yaptığı, yönetmen koltuğunda Jonas Poher Rasmussen’in oturduğu 2021 yılının en çok övgü alan filmlerinden olan Flee (2021), bu Mart sunulacak Akademi Ödüllerinde tarihte bir ilke imza atarak hem En İyi Uluslararası Film, hem En İyi Animasyon, hem de En İyi Belgesel ödüllerine aday gösterilmiştir. Dağıtım şirketi Neon ise yedi figürlü bir miktarla filmin haklarını satın almıştır; bunun yanında yakın zamanda Hulu tarafından da satın alınmıştır. Tüm bunlar – ünlü isimler, ödüller tarafından tanınma, bütçenin büyüklüğü- göz önüne alındığında, bu filmin “göçmen sorunu” üzerinden okunmasının yanı sıra bu ekonomik ilişkiler göz önüne alınarak bunların içindeki yerinin de sorgulanması önemlidir.
Göçmen hikâyeleri tüketiminde, özellikle çoğunlukla Batılı izleyiciyi merkeze alan bir filmde, kabul edilebilir ve kabul edilemez -– veya katlanılamaz—hikâyeler vardır. Umut göçmen için önemlidir, belki de en önemli şeydir; fakat Batılı izleyici için umutsuz bir göçmen yolculuğu izlemek belki de çok daha imkânsız veya anlaşılmazdır. Başkarakter Amin, Kâbil’den Moskova’ya, oradan da binbir zorlukla Danimarka’ya kaçar. Başına çok şey gelir, bir çocuk olarak görmemesi gereken şeyler görür ve yaşar; fakat Batı’nın “özgür” alanına sonunda güvenli bir şekilde giriş yapar. Şimdi ise finansal olarak stabil biri işi vardır, akademisyendir ve erkek arkadaşıyla evlenme ve bir yere yerleşme planları yapmaktadır. Aradaki yıllarda ne olmuştur? Film, bize sadece kırıntılar verir. Çünkü aslında çoğu insanın gözünde Amin’in “göçmen”liği Danimarka’ya girdiği ve orada yasal olarak kalmaya hak kazandığı an bitmiştir. Vinh Nguyen, “Göçmen Olma Durumu: Göçmen, Göçmen Olmayı Ne Zaman Bırakır?” makalesinde refugeetude (göçmen olma durumu) terimini sunmuştur[1]. Bu terim göçmenliği ve göçmeyi geçici bir durum olarak değil, göçmenin geçmişinin, şimdisinin ve geleceğinin iç içe geçip birbirini şekillendirdiği, hukuki terimler ve çerçeveler içinde ve de bunun ötesinde inceler. Göçmenlerin geçtiği bürokratik süreçlerin, insanlık dışı durumların, şiddetin, ayrımcılığın benlikten asla ayrılamayacağını ve göçmenin tüm hayatı boyunca bunlarla boğuşmasını ve aşmaya çalışmasıdır. Yani göçmenlik, liberal hümanist özgürlük anlatıları içinde kaybolmayı reddeder, var olmakta ısrarcıdır.
Bu durumu filmde açıkça görebiliriz. Yıllar geçmiş olsa da, Amin kendini Danimarka’nın nitelikli iş gücüne eve ekonomisine sağlamca oturtmuş olsa da geçmişini asla tam olarak, izleyici olarak ona güvenebileceğimiz bir istikrarla, anlatmaz. Anlattığı anılara güvenemeyiz; çünkü kendini koruma içgüdüsü güvende olduğunun bilincinde olsa bile bedenini terk etmemiş ve asla etmeyecektir. Hem göçmen hem de eşcinsel Afgan bir adam olarak Amin’in saklaması gereken çok sır vardır. Bunu geçmiş anılarında ve şimdiki zamanda görürüz. Birtakım travmatik anılarının değişebilirliğini ve güvenilmezliğini ise animasyon sayesinde anlarız; mesela, eski bir erkek arkadaşından ve onu tehdit edişinden bahsederken animasyon stili karalamalara, tamamlanmamış siyah beyaz çizimlere dönüşür. Bu dengesizlik ve gerçekle kurgunun karışması, animasyon ve belgesel türlerinin birlikte var olmasının da sağladığı bir durumdur. Amin bize yalan söylüyor olabilir; fakat anıları gerçekten bu derece karmaşık da olabilir. Belirsizliğin yansıtılmasında animasyonun payı büyüktür, belgesel ise anlatıyı meşrulaştırır. Belgesellerin doğruluk iddiası halihazırda çokça sorgulanan bir kavramdır, bu yüzden filmi “gerçek” göçmen deneyimini yansıtmamakla suçlamak hiç doğru olmaz, ki bu sadece bir bireyin deneyimidir. Onun sözleri bizim ve yönetmenin elinde olan tek şeydir.
Bu demek değildir ki yönetmenin rolü arka plandadır. Şüphesiz ki onun da belgeselinde kullanmayı ve kullanmamayı seçtiği kısımlar vardır—dağıtım stüdyolarının ve yapımcıların da etkilerini unutmamak gerekir. Bu nedenle, göçmen olma durumuna tekrar gelirsek, göçmenin yerini film dışı bir şekilde, genel olarak sektörde ve sinemada incelemek de önemlidir. Kim onun hikâyesini anlatabilecek pozisyondadır? Bu filmin özelinde bu kişi göçmenin kendisi değildir, ki adı bile değiştirilmiştir, çünkü Danimarka vatandaşı olarak güvende olsa bile yalan söyleyerek oraya göç etmiş bir göçmen olarak hâlâ güvende değildir. Geçmişi, şimdisine ve geleceğine musallat olmaktadır. Bu yüzden, hikâyesini daha güvenli bir geçmişten gelen ve sektörde sözü geçen insanlar anlatacak ve şekillendirecektir. Bu demek değildir ki göçmenin öznelliği yoktur; fakat bu öznellik sürekli sorgulanacak, yaratılacak, yeniden yaratılacak ve göçmenlikten ayırılamayacak bir öznelliktir. Flee, bu katmanlarla okunduğu zaman oldukça zengin bir filmdir—yansıttıklarıyla da sildikleriyle.
[1] Vinh Nguyen; Refugeetude: When Does a Refugee Stop Being a Refugee. Social Text 1 June 2019; 37 (2): 109–131.