Güzel ve kadim şehrimize nisan ayı ile birlikte peş peşe bahar geliyor. Ayın ilk günleriyle karşıladığımız baharı, yıl boyu dört gözle beklediğimiz İstanbul Film Festivali ile kucaklamaya, baharın keyfini çıkarmaya devam ediyoruz. Her yıl olduğu gibi İstanbul’un sanata olan açlığını gideren İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın birçok festivalinden en gözde olanı İstanbul Film Festivali bu yıl 17- 28 Nisan’da misafirlerini ağırlamaya hazırlanıyor. Sinemaya tutkun olan İstanbul sakinleri, yıl boyunca festivalleri gezmiş, ödül kazanmış, takdir görmüş birçok başarılı yapımı kentin nadide perdelerinde izleme şansı buluyor. 43. Uluslararası İstanbul Film Festivali, adeta pandemi öncesi olduğu gibi geniş kapsamlı ve coşkulu günlerine kavuşacak gibi gözüküyor.
Festival; ulusal, belgesel, kısa ve uluslararası yarışma seçkilerinin yanında her biri birbirinden etkileyici, bölüm isimleriyle de birbirleriyle yarışacak denli renkli bir seçki sunuyor. Ülkemizin en geniş kapsamlı festivalinde tüm seçkileri tek tek tarayıp ne izleyeceğine karar vermekte zorlanan veya bunu yapmak için asla zamanı olmayan sinemaseverler için bir kolaylık sağlamak gerek öyle değil mi? Her biri birçok şahane filmi bünyesinde barındıran seçkilerden bir film seçerek sizlere bambaşka türdeki bambaşka filmlerle buluşturmak istedim. Elbette zaten tek filmden oluşan Özel Gösterim, Dünden Bugüne Türk Klasikleri gösterimlerini kaçırmamanızı belirtmek isterim. Ayrıca bu yıla özel (2024 Türkiye – Macaristan Karşılıklı Kültür Yılı) hazırlanan Macar Rapsodileri ve festivalin değerli konuğu şerefine hazırlanan Dört Filmde Kōji Yakusho seçkilerinin tamamının görülmeye değer olduğunu eklemek gerek. Şimdiden herkese iyi seyirler. Dileriz filmlerden filmlere koşturduğunuz, enfes deneyimler yaşadığınız, sinema fuayelerinde sosyalleştiğiniz, yepyeni insanlarla tanışıp şahane deneyimler yaşadığınız bir festival olur.
Yurt / Dormitory (Yön. Nehir Tuna, 2023) – Ulusal Yarışma
Birçok festivalden ödülle dönen Dedeler En İyisini Bilir (2011), Basur (2015), Ayakkabı (2017) isimli kısalarıyla tanınan Nehir Tuna, geçen yıl Venedik Film Festivali’nde prömiyerini yapan Yurt (2023) filmiyle uzun metrajda da iddiasını ortaya koymuştu. Tuna’nın ilk uzun metrajı Yurt, dünyanın en önemli festivallerden birinde prömiyerini yaptıktan sonra ülkemizdeki ilk gösterimini ise nihayet 43. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde yapmaya hazırlanıyor. Venedik Film Festivali’nin Horizons / Orrizonti bölümünde gösterilen ve beş dakika boyunca ayakta alkışlanan, birçok yabancı eleştirmen tarafından övgülere boğulan Yurt’u merak etmemek mümkün değil sanırım. Birbirinden renkli filmlerden oluşan Ulusal Yarışma seçkisinde Yurt kadar öne çıkanı en azından benim nazarımda yok. Üstelik Yurt, sadece yakaladığı siyah-beyaz estetiğinin veya biçim anlamındaki başarısının yanında hepimizi fazlasıyla yakalayacak bir hikâyeye sahip olmasıyla da öne çıkıyor.
Henüz birkaç yıl önce Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi olan Enes Kara, ailesinin zoruyla cemaat yurdunda kalmasından dolayı canına kıymıştı. Tabii Kara’nın trajik hikâyesi tek değildi. Özellikle doksanların sonunda başlayan ve Yeni Türkiye’de iyice kendini belli eden cemaat ve tarikatların, her yere sirayet etmesi, toplumun birçok kesimini olumsuz anlamda derinden etkilemiş durumda. Bu denli önemli ve “dokunan cız olur” minvalindeki bir konuyu ele alan Yurt, özellikle bir yerli filme de festivalde şans vermek isteyenlerin kaçırmaması gereken bir yapım.
Bir Gün 365 Saat (Yön. Eylem Kaftan, 2023) – Ulusal Belgesel Yarışması
Birçok başarılı belgesel filme imza atan Eylem Kaftan’ın, yine bir belgesel olan Bir Gün 365 Saat isimli filmi 30. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapmıştı. Belgesellerinde oldukça önemli, toplumun kanayan yaralarına eğilen Kaftan, Bir Gün 365 Saat’te ise ailelerinden küçük yaşta cinsel istismar ve şiddet gören üç genç kadınla zaman geçiriyor. Özgürlük yolculuklarında bir şekilde yolları kesişen ve yaşadıklarıyla yüzleşebilme, babalarını dava edebilme, yeni bir hayata başlayabilme gücünü birbirlerinden alan Asya, Reyhan ve Leyla’nın hikâyesi; seyircinin yüreğinde derin bir sızı bırakıyor. Ve Kaftan filmin hiçbir anında bu sızıyı vurgulamak için gereksiz ajitasyona veya duygusal yükselişlere başvurmuyor. Keza bu üç genç kadının yaşadıkları şeyleri bilmek buna yetiyor.
Kadınların hukuki süreçlerinin filmde oldukça öne çıkması en önemli ayrıntılardan. Zira film, sadece bunları yaşayan bireyler var demekle yetinmeyip, aynı şeyleri yaşayıp da susan, korkan, kendine güvenemeyen birçok insana umut ışığı da oluyor. Kaftan, belgesel ile kurmaca arasındaki belirgin çizgiyi bulanıklaştıran yapımıyla ülke sinemasının son yıllarda yükselişe geçen belgesel türüne de yeni bir soluk getiren isimlerden biri oluyor. Bir Gün 365 Saat için tıpkı bir kurmaca filmmişçesine satır satır senaryo yazan yönetmen, yine de bu genç kadınların diyaloglarına filmin hiçbir anında müdahale etmediğini dile getiriyor. Her şeyden öte istismarın hangi türünü yaşarsa yaşasın mücadele etmenin önemini her bir anında hissettiren bu belgesel, özellikle belgesel izlemeye alışık olmayanlar için çok iyi bir tercih. Zira film, hem anlattığı mevzu hem de kurmaca film evrenine daha yakın durması açısından rahatlıkla izlenebilmektedir.
Aç Karnına Çıkmayalım (Yön. Yiğit Hepsev, 2023) – Ulusal Kısa Film Yarışması
38. Uluslararası İstanbul Film Festivali yarışma finalistlerinden biri olan Kuyruk (2019) isimli kısa filmini birçok başka festival ile de buluşturan Yiğit Hepsev, ikinci kısası Aç Karnına Yola Çıkmayalım’ın prömiyerini İzmir Kısa Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. Bu ilk seyirci ile buluşmayı, İncinur Daşdemir’e En İyi Oyuncu Ödülü’nü getirmesiyle taçlandıran Aç Karnına Çıkmayalım; başarısını son olarak SİYAD Giovanni Scognamillo Fantastik Film Ödülü ile devam ettirdi. Ülkemizde son yıllarda pek çok başarılı kısa film çekilmesine rağmen fantastik veya bilim-kurgu türünde fazla örnekle kolay kolay karşılaşmıyoruz. Sırf bu nedenle bile övgüyü hak eden film; Hepsev’in bizzat kendisinin itinayla uğraştığı kaçış mekiği çizimleri, Meryem Yavuz’un usta elinden çıkan görüntü yönetimi, ülkemizin en başarılı kurgucularından Fırat Terzioğlu imzalı kurgusu ve her biri birbirinden etkileyici oyunculuklarıyla iddiasını ortaya koyuyor.
Dünyanın sonu gelmek üzeredir. Ve herkes kaçış mekiklerine binerek gezegeni terk etmeye çalışmaktadır. Fakat gitmek o kadar kolay değildir. Hepsev, bizzat kendisinin yazdığı senaryo ile aslında bir aile draması yaratıyor. Film; biçim anlamında bilim-kurguya yakın dursa da dramatik yapısıyla bambaşka bir tarafa da göz kırpmaktadır. Özellikle de bu yanını göze batmadan yedirebilmesi filmin en önemli başarılarından biri. Aç Karnına Çıkmayalım, şimdiye kadar ki başarılı yolculuğunu devam ettireceğe benziyor. Özellikle kısa severler veya arası kısalarla çok iyi olmayan; ancak kısaların seçkisinden birini izlemek isteyenler için Aç Karnına Çıkmayalım’ında içinde olduğu Kısalar-2 güzel bir tercih olabilir.
Faruk (Yön. Aslı Özge, 2024) – Uluslararası Yarışma
İlk filmi Köprüdekiler ile 2009’da İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale kazanan, ayrıca bu yıl festivalin Ulusal Yarışma Jürisi’ne başkanlık eden Aslı Özge; belgesel ile kurmacanın iç içe geçtiği, babasının hayatı üzerinden ülkenin son yıllarını perdeye yansıttığı Faruk filmiyle festivalin Uluslararası Yarışma’sında yer alıyor. Prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan tek yerli film olan Faruk, FIBRESCI ödülünü de kucaklamıştı. Türkiyeli seyirci ile ise ilk kez 43. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde buluşacak Faruk, İstanbul’da kentsel dönüşüm mağduru olan nice İstanbul sakininden biri olan Özge’nin doksan yaşındaki babasını takip ediyor.
Berlin’de filmi izleyen sinema yazarlarının Faruk’u Abbas Kiarostami’nin filmleriyle aynı cümlede geçirdikleri görülmektedir. Hatta anlaşılan Faruk, Nuri Bilge Ceylan’ın Mayıs Sıkıntısı (1999) veya Chantal Akerman’ın No Home Movie (2015) filmleriyle de epey ortaklık taşıyor. Velhasıl kelam; Özge, Faruk ile ülkemizin en önemli sorunlarından biri olan kentsel dönüşümün getirdiği yıkımı belgesel bir formda perdeye yansıtırken bir yandan da babası ile olan ilişkisini dramatik bir yerden aktarıyor. Tüm bu sebeplerle film, bir docudrama olarak tanımlanabilir mi bilemiyorum. Ama filmin mutlaka izlenmesi gerektiği konusunda çok eminim.
Geçiş / Crossing (Yön. Levan Akın, 2024) – N Kolay Galaları
Ne yalan söyleyeyim; bazen bir filmi “Mutlaka ama mutlaka izlemeliyim!” demem için tek bir sebep vardır: Filmin yönetmeninin bir önceki filmini çok sevmiş olmalıyım. Eğer yönetmenin ilk izlediğim filmine gerçek anlamda âşık olmuşsam bu, o yönetmenin yeni filmini merak etmem için yeterlidir. Levan Akın, bir filmin tanıtım bülteninde okuduğumda, yüreğimin ağzıma gelmesine neden olan ender isimlerden biridir. Eminim ki benim gibi Akın’ın bir önceki filmi And Then We Danced /Ve Sonra Dans Ettik’i (2019) izleyen herkes ne demek istediğimi anlayacaktır. Kimlik meselesini geleneksel bir dans üzerinden bütünleştirerek tartışmaya açan Ve Sonra Dans Ettik, oldukça başarılı bir süreç geçirmişti.
Bu yıl Berlin Film Festivali’nin Panaroma bölümünde prömiyerini yapan, festivalin LGBTİQ+ filmlerini kapsayan Teddy ödülünün de sahibi olan Geçiş, bir yandan da neredeyse tüm hikâyenin İstanbul’da geçmesi nedeniyle de merakları cezbediyor. İstanbul’u perdede izlemek… Akın’ın her yaptığı işi takip etmek isteyenlerin Geçiş’i kaçırması büyük talihsizlik olur.
Mutfak / La Cocina (Yön. Alonso Ruizpalacios, 2024) – Dünya Festivallerinden
Son dönem hayatımıza giren The Bear dizisi gibi birçok yapımla kendini var eden, restoranda geçen filmlerden biri olarak düşünülebilecek olan Mutfak, aslında meselenin başka bir boyutuna odaklanıyor.
Restoranların mutfaklarında yaşanılan sömürüyü yakın plana alan film, görülmek istenilmeyeni açık etmesiyle kendini var ediyor. Manhattan’da bir restoran, bu restoranda çalışan Meksikalı bir göçmen, mutfakta yaşanılan bir aşk ve daha nice karmakarışık çakışmalar… Kayıtsız bir şekilde çalıştırılan göçmenlerin hayatına bir restoranın mutfağından bakan film, aynı adlı tiyatro eserinden uyarlanmış. Ruizpalacios’u özellikle ülkemizde de izleme şansı bulduğumuz Museo / Müze (2018) filmiyle hatırlayanlar olacaktır. Demem o ki; filmin konusundan etkilenmeyenlerin Museo ismini duyunca heyecanlanmaması veya Museo’yu çok sevmeyenlerin filmin hikâyesini okuyunca kayıtsız kalması pek mümkün değil gibi.
Kaplan Desenleri / Tiger Stripes (Yön. Amanda Nell Eu, 2024) – Genç Ustalar
Genç Ustalar, başladığından beri mesafeli durduğum, pek de favorimin çıkmadığı bir bölümdü. Lakin bu yıl programı incelediğimde neredeyse tüm filmleri merak ettiğim tek seçki oldu. Açıkçası her biri birbirinden etkileyici hikâyelere sahip filmler arasında seçim yapmakta bir hayli zorlansam da mevzu ergenlik, büyüme sancıları, bedensel dönüşüm gibi konulara gelince karar vermem çok da zor olmuyor. Zira yer yer Julia Ducournau’nun Raw (2016), Titane (2021), Dardenne Kardeşlerin Rosetta (1999) ve daha nicesini akla getiren bir film var karşımızda. Üstelik bu kez bu büyüme sancıları çeken genç kadın, baskıcı bir toplumda yaşamaktadır. Bedeninin her tarafını kapatan kıyafetinin altında kontrol edilmeye meydan okuyacak bir birey vardır. Zaffan, kıyafetlerin, sınırların, kuralların ele geçirebileceği biri değildir.
Zaffan, ergenlikle birlikte bedeninde meydana gelen değişimlerin karşılığında ötekileştirildikçe hırçınlaşıp bedenine daha da fazla yönelmeye başlar. Elbette işler bir süre sonra çığırından çıkar. Genç bir kadının; kalıplara, baskılara meydan okuyup pençeleriyle savaşmasını anlatan, Cannes Film Festivali Eleştirmenler Haftası’nda Büyük Ödülü’n sahibi olan Kaplan Desenleri, ıskalanmamalı.
Aşît (Yön. Pınar Öğrenci, 2022) – Belgesel Kuşağı
Pınar Öğrenci; ilk belgeseli Gurbet Artık Bir Ev (2020) ve ikinci belgeseli Turkish Delight (2023) ile İstanbul Film Festivali Ulusal Belgesel Yarışması finalisti olmuştu. Festivalin belgesel seçkisini merakla takip eden seyircinin çoktandır radarına giren Öğrenci, üçüncü belgeseliyle yine festivaldeki yerini almış görünüyor. Tek fark; bu yıl yarışma seçkisinde olmaması. İlk iki belgeseliyle yarışma seçkisinde son belgeseliyle de belgesel kuşağında yer almayı başaran Öğrenci için artık festivalin gediklisi demek mümkün sanırım. Özellikle Gurbet Artık Bir Ev, belgeselini çok sevdiğim ve birkaç yılda bir belgesel seçkisinde arz-ı endam eden bu genç ve başarılı yönetmenin yeni işini izleyecek olmak benim açımdan oldukça heyecan verici.
Öğrenci, Ermenilerin sembol şehri Van’a yerleştiriyor kamerasını. Ama bu kadim şehir aynı zamanda bizzat yönetmenin kendisinin de doğup büyüdüğü topraklar. Öğrenci, ilk kez çok iyi bildiği topraklarda geçiyor kamera arkasına. Karlarla kaplı Bahçesaray sakinlerinin zorlu hayatını tozlu raflardan perdeye aktaran Aşît görülmeye değer.
Gloria (Yön. Margherita Vicario, 2024) – Musikişinas
Bir grup genç kadın, yaptıkları müzikleriyle bir tür başkaldırış sergilerler. Erkeklerin normlarının genel geçer kabul edildiği, müziğin erkeklere bahşedildiği bir dünyada henüz hayatlarının baharında gencecik kadınlar; icra ettikleri müzikle hem toplumsal normlara tepkisel bir cevap verirken hem de zamanın çok ötesinde bir işe imza atarlar. Zira 18. yüzyılda Avrupa’da bir manastırda yaşanmaktadır tüm bunlar. Gloria, baskılanıp susturulmaya çalışıldıkça sesi daha gür ve yaratıcı çıkan tüm kadınların temsilidir.
Yönetmen Margherita Vicario kadınların nev-i şahsına münhasır, büyüleyici dünyasını; döneminin çok ötesinde bir müzik tarzı ile buluşturuyor. Müziğe tutkun olan sinefillerin Musikişinas bölümünü es geçmeyeceği kesin. Lakin hem kulağının pasını silmek hem de kadınların nağmeli isyanına eşlik etmek isteyenlere bu film, tam da o film!
Alevler İçinde / In Flames (Yön. Zarrar Kahn, 2023) – Mayınlı Bölge
Kanadalı-Pakistanlı yönetmen Zarrar Kahn’ın ilk uzun metrajı olan Alevler İçinde, prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde oldukça çarpıcı bir film olarak bulunmuştu. Eleştirmenlerin “Kafkaesk bir destan” olarak nitelendirdiği bu sıra dışı film, her ne kadar Cannes Film Festivali’nden eli kolu boş dönse de Kızıl Deniz Film Festivali’nde En İyi Film ödülü ile taçlandırılmıştı. Üstelik yapılan yorumlara bakılırsa; Alevler İçinde, erkek yönetmenin elinden çıkma feminist bir film.
Genç bir kadın olan Mariam, ataerkil toplumsal baskının altında, gittikçe daralan ve onu boğan çeperlerindeki tehditkâr sınırlar karşısında “çıldırmaya” başlar. Mariam, kabuslarının gerçeğe dönüştüğü bir dünya içerisinde yolunu bulmaya çalışır. Mariam, aslında yine bu listedeki Kaplan Desenleri’ndeki Zaffan gibi sınırlar içine hapsedilemeyecek kadar özgür ruhlu ve isyankâr olduğu için bu bir nevi “delilik”in içinde bulur kendini. Fakat bu kez kadının yaşadıkları öylesine sarsıcıdır ki film, kendine Mayınlı Bölge kategorisinde yer bulmuştur. Alevler İçinde, hem bir kadın hikâyesi izlemek hem de sınırları zorlamak isteyenler için şahane bir seçenek.
Riverboom (Yön. Claude Baechtold, 2024) – Antidepresan
Açıkçası gerçek anlamda İstanbul Film Festivali’nde kendime en uzak gördüğüm seçki Antidepresan’dır. Hatta şimdiye kadar bu seçkiden hiç film izlememiş de olabilirim. Fakat bu öneri listesini hazırlayacağım için mecburen Antidepresan seçkisini de inceledim. Ve Riverboom’un enteresan hikâyesi anında ilgimi cezbetti.
Festivalin tanıtımında: “Üç genç muhabir gözlerini karartıp, Afganistan’daki savaş daha sürerken, hayatlarını sonsuza dek değiştirecek olağanüstü bir yolculuk için arabaya binip yola çıkar. Ahlakçı ve işkolik gazeteci Serge; şuursuz olduğu kadar fıkır fıkır fotoğrafçı Paolo ve kendini sinemacı sayan İsviçreli korkak tipograf Claude. Anti-militarist Claude, 11 Eylül terör saldırılarından daha bir yıl geçmeden, sağduyusuna hiç kulak vermez ve yanına bu iki cesur muhabiri katıp Afganistan’ı boydan boya geçmeye karar verir. Claude, Serge ve Paolo kendilerini, Kabil’de pazardan satın aldıkları bir video kamerayla, iki ay boyunca riskli ve niyetleri bu olmasa da komik bir yolculukta bulacaklardır.” diyor.
Şimdi; 11 Eylül, Afganistan, savaş… Ve bu sözcüklerle bir arada geçen “komik bir yolculuk” ibaresi… Filmin Antidepresan seçkisine girebilmesini sağlayacak kadar nasıl bir yapıcı, iyileştirici yönü olduğunu görmek ve bu enteresan seyri deneyimlemek için Riverboom’u bilet listesine ekleyelim lütfen.
… Kadın / Kobieta Z… (Yön. Malgorzata Szumowska, Michal Englert, 2023) – Nerdesin Aşkım?
Malgorzata Szumowska ile Michal Englert, doğumunda erkek olarak atanan Aniela Wesoly ile Polonya’nın dönüşümünü bir arada ele alıyor. Bir yanda atanmış olan cinsiyetini dönüştürmeye çalışan bir birey, diğer yanda değişen yönetim şekline uyum sağlamaya çalışan bir toplum. Her ne kadar bir yanda bireysel diğer tarafta toplumsal bir değişim olsa da her ne kadar değişip-dönüşen şeyler birbirinden oldukça farklı gibi gözükse de her şey birbirini aynalar. Komünizmden kapitalizme, atanmış cinsiyetten yönelime…
Toplum ile birey, birbiriyle ayrı düşünülemeyecek kadar iç içe kavramlardır. Bireyi; toplumu oluşturan en küçük yapı taşı, toplumu oluşturan ama topluluk içinde bağımsız bir varlığı olan diye tanımlamak mümkündür. Velhâsılıkelâm; bireysel olarak yaşanan sorunlar, günün sonunda toplumdaki problemlerin bir sebebidir. Öyleyse toplumsal cinsiyet algısı ile mücadele eden bireyler ile topluma dayatılan yönetim ile sınanan toplumun sorunlarını ayrı görmek mümkün değildir. İşte bu birlikteliğin nasıl bir ustalıkla harmanlandığını anlamak için filmi izlemek şart gibi. Öyle değil mi?
Cennet Tehlikede / Paradiset Brinner (Yön. Mika Gustafson, 2023) – Çiçek İstemez
Prömiyerini Venedik Film Festivali Ufuklar bölümünde yapan ve yönetmen Mika Gustafson’a En İyi Yönetmen Ödülü kazandıran Cennet Tehlike’de bir kadın dayanışması, kız kardeşlik hikâyesi. Küçüğünden gencine, gencinden yetişkinine… Her yaştan kadının birbirini kollayıp destek olduğu Cennet Tehlikede, tüm kız kardeşlere ilaç gibi gelecek bir film.
Üç kız kardeşin birbirini koruyup kolladığı, en büyük kız kardeşin annelik rolünü üstlendiği bu sıra dışı aile, kalbinin sıcacık bir hikâye ile çarpmasını isteyenler için bulunmaz bir nimet. Gustafson’un kız kardeşliğe yazılmış bir mektup olarak tanımladığı filmini; dünya üzerindeki tüm kadınları kız kardeşi, kendini ise yeryüzüne yayılmış kadınlardan oluşan koca bir ailenin üyesi olarak gören festivalin tüm kadın takipçilerinin mutlaka izlemesini salık vermemek mümkün değil.
Dünyanın Sonundan Çok da Bir Şey Beklemeyin / Nu astepta prea mult de la sfârsitul lumii (Yön. Radu Jude, 2023) – Heyula
Dünyanın Sonundan Çok da Bir Şey Beklemeyin, yine yönetmeni ile ismini ön plana çıkaran filmlerden. Zira birkaç yıl önce izlediğimiz Kaçık Porno (2021), Romen yönetmenin elinden çıkan oldukça başarılı bir taşlamaydı. Jude, Kaçık Porno’da olduğu gibi Dünyanın Sonundan Çok da Bir Şey Beklemeyin’de de oldukça tutarlı bir yerden feminist bir taşlamaya imza atıyor.
Gösterildiği birçok festivalden eli kolu dolu dönen film, bu yıl Romanya’nın Oscar adayıydı. Her ne kadar Oscar yolculuğunda son beşe kalamasa da Romanya ile sinemanın çağrıştırdığı en önemli yönetmenlerden birinin son işi olarak tüm merakları cezbetmeyi başarıyor. Yönetmen Burak Çevik’in hazırladığı Heyula seçkisi “değişik” filmlerle buluşmak, farklı deneyimler yaşamak isteyenlere adeta bir hazine sunuyor. Jude’un son filmi ise tartışmasız bu seçkiye fazlasıyla yakışıyordur. Tabii bunu anlamak için filmi izlemek gerek.
Alice Kentlerde / Alice in den Städten (Yön. Wim Wenders, 1974) – Cinemania
Wim Wenders’in pek bilinmeyen ama tam anlamıyla kaybeden bir yetişkin ile bir kız çocuğunun yol hikâyesi denilebilecek Alice Kentlerde, yönetmenin de kurmaca filmleri arasında en iyilerinden. Loser diyebileceğimiz yetişkin bireyin, sinemadaki pek çok erkek karakterlerle benzer yanları vardır. İşinde istediği gibi anlaşılamayan, yazma sıkıntıları, buna bağlı olarak da varoluş buhranı yaşayan Philip ile kendini gönül ilişkileri arasında oradan oraya sürükleyen bir annenin yalnız ve mutsuz kızı Alice bir dizi yolunda gitmeyen olay sonucu birlikte takılmak zorunda kalır. Uçakta, trende, yol üstü otellerde izleyeceğimiz bu karakterlerin ruh hâlleri; kaldıkları mekânlarla öyle ilintilidir ki… Gitmek ile kalmak arasında sıkışıp kalmış, hayatlarına net bir şekilde yön veremeyen, hayat yolunda salınıp duran bir ikili var tam da perdede.
Philip hayatını kararlı bir şekilde çizemezken; Alice ise nerede, kiminle yaşamak istediğinden asla emin olamaz. Bu kararsızlıklarının onları büyük bunalımlara soktuğu süreçte birbirleri ile olan ilişkileri ve diyalogları fazlasıyla etkileyicidir. Üstelik bu iki karakterin kimyası birbirlerine müthiş bir şekilde uyum sağlar. Yan yana yürüdükleri ya da arabada Alice’in anneannesini birlikte aradıkları araba sahneleri bile filmi fazlasıyla çekici kılmaktadır. Şiddetten, cinsellikten ya da duygusallıktan asla nemalanmayan bu olağanüstü, realist yapım Wenders’in kusursuzluğunun nişanı adeta. Wenders ustamızın misafirliğini bu klasiği izleyerek taçlandırmak gerek. Ne dersiniz?