İstanbul Modern Sinema, Anthony Cragg’in “İnsan Doğası” sergisindeki heykel bedenlerinden esinlenerek izleyiciyle adeta tensel temasa geçen filmlerden bir program hazırladı.
Sinemanın insan veya insan olmayan bedeni öne çıkardığı, sesi, rengi veya kamerasıyla bedenselleştiği, izleyicisiyle bütünleşen filmlerden oluşan bu seçkiyle; ekranın sadece bakılan bir nesne değil, dokunan, neredeyse kendisi canlı, çok duyulu bir organ gibi bir iletişim aracı olduğunu vurguluyor.
Seçkide Yer Alan Bazı Filmler
Videokaset furyasının başladığı dönemde çıkan David Cronenberg’in Videodrome’u, teknoloji hastalığının bulaşıcı gücüne, bedenin bozulmasına dair bir uyarı. Videodrome sinyalinin etkisiyle ekrana bakmak artık yetmiyor, başımızı ekrandan içeri sokmak istiyoruz, ekran dudak veya silaha dönüşerek organik bünyemizi değiştirmeye başlıyor.
Hayvan ile insan bedenlerinin kurduğu karmaşık ilişkiyi kamera aracılığıyla aktaran kült macera filmi Kükrediler’in (Roar) yapımında 150 vahşi hayvan olmasına rağmen, sadece insanlar zarar görmüştü. Beş yıllık süreçte film ekibinden 70 kişi yaralanmıştı.
Yine 1980’ler sinemasında kült bir yere sahip Tetsuo (Tetsuo: The Iron Man), metal fetişisti bir adamın geçirdiği kazadan sonra mutasyon geçiren bedeninin bir tür metal yaratığa dönüşümünü izliyor. 16mm, siyah beyaz çekilen bu filmdeki görsel dünya ve atmosfer izleyene farklı bir şekilde dokunuyor.
Denis Côté’nin Yumuşak bir Ten (Ta Peau Si Lisse) adlı belgeseli de bedensel sınırları aşmaya çalışan vücut geliştirici altı kişinin kasları, diyetleri ve spor salonlarındaki çalışmalarını inceliyor. Côté ressam gibi karakterlerinin teninde kamerasını gezdirirken kasları kaplayan o ten başka bir yüzeye dönüşüyor.
Bazı filmlerde renk bedene dönüşür, dönüşümün metaforu olur. Peter Greenaway imzalı Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı’nda (The Cook, the Thief, His Wife and Her Lover) olduğu gibi. Renkler filmin ana karakteri Georgina’nın başkalaşımını belirliyor, öyküdeki yeme ve cinsellik gibi temalar da filmin bedenine giren renk üzerinden işleniyor.