Küçük, otantik bir Lübnan mahallesinde, eski çarşının merkezinde hayat bulan bir öykünün seyrine çağırır gönüllüsünü Ghadi (2013). Filmin başrolünü de üstlenen Georges Khabbas’ın yazdığı senaryoyu genç yönetmen Amin Dora resmeder.
İlk sahnelerle birlikte, yüksek tavanlı taş evlerin damlarında da akan hayatlardan öyküye dalarız ilkin. Artık büyüdüğünü anladığımız anlatıcı Leba’nın (Georges Khabbas) sesiyle; hanelerin geniş ve uzun pencerelerinden mahallelinin yaşamlarına girer, hepsiyle tek tek tanışmaya başlarız. Taşra prototiplerini ayrıntılarıyla betimleyen anlatım, Leba’nın çocukluğunun gözünden yansır bize. Her şeye burnunu sokan işgüzar kasap, yüksek komisyonla çalışan berber, ne yaparsa yapsın çocuk sahibi olamayan Nesrin, her akşamüstü saat beşte karısıyla birlikte olmak için eve uğrayan karşı komşu, otuz yıldır eski sevgilisi için yas tutan ve başkasıyla evlenmeyi reddetmiş agresif kadın Takla…
Herkesin herkesi gözlediği ve yargıladığı, bu yaşam tarzından kaçmanınsa pek mümkün olmadığı bir atmosferde, hayatı bir rituel biçiminde anlamlandıran bireylerin mahallesidir, filmde adıyla yaşayan El Mshakkal. Büyük ölçüde kurmaca bir lokasyondur burası. Yönetmen Amin Dora, filmin çekimi için Beyrut’un kuzeyinde bulunan Batroun adlı sahil kentini mekân olarak seçer ve görüntü yönetmeni Karim Ghorayeb, Batroun’un belli bir bölümünde eski çarşılı taşra hayatını var eden El Mshakkal’ı yaratır.
Leba, kekeme bir çocuktur. Okuldaki baş belası arkadaşlarının alay konusudur. Oturdukları dairenin penceresinden izler ve kendince yorumlar dünyayı. Her şey olağan seyrinde akmaya devam ederken, bir vincin birkaç apartman öteye taşıdığı kahverengi bir piyanonun, penceresinin önünden geçmesiyle hayatının akışı değişir bir anda. Mahalleye, Leba’nın okuluna bir müzik öğretmeni gelir; Bay Fawzi (Antoine Moultaka). Bundan sonra yaşanacaklarda Bay Fawzi’nin etkisi söz konusudur Leba için. Müzik adına her şeyi ondan öğrenir ve kekemeliği düzelir.
Aradan yıllar geçer. Bay Fawzi, Beyrut’a atanır; Leba onun yerine kendi okulunda müzik öğretmenliğine başlar. Çocukluk aşkı güzel Lara (Lara Rain) ile evlenir. Leba ve Lara, neredeyse kusursuz bir aşk hikâyesinin kahramanlarıyken, mahallelinin hayatlarına dair yorumlarıyla sürekli dürtülür hâlde yaşamaya başlarlar. Leba büyümüştür; ancak bilir ki bir türlü büyüyemeyen bir mahallenin çocuğudur kendisi. Burada evlendilerse çocuk yapmaları gerekir, yaparlar. Tek çocuk yeterli değildir, kardeş gerekir, yaparlar. İki kızlarıyla mutlu biçimde yaşamaya devam edecekken mahalleliye kız çocuğu yetmez, bir de erkek çocuğu sahibi olmak için uğraşmaları gerekir. Bunu da kabul ederler ve Lara, bu kez oğluna hamile kalır. Öykünün kırılma noktası da bu oğul olur, çünkü ona anne karnında Down sendromu teşhisi konur. Çocuğu dünyaya getirmeli mi yoksa yolun başındayken ondan vaz mı geçmeli diye bocalamaya başlayan Leba, çözümü artık Beyrut’ta yaşayan ve çocukluğundan beri görmediği Bay Fawzi’yi ziyaret etmekte bulur. Onu hem çok özlemiştir hem de yine onun yol göstericiliğine ihtiyacı vardır.
… ve Leba’nın oğlu, Ghadi (Emmanuel Khairallah) dünyaya gelir. İlk yıllar aile açısından sorunsuz geçse de Ghadi’nin her gün pencere önünde oturup sokağa karşı yüksek sesle anlaşılamayan şeyler haykırması, mahalleliyi şaşılacak ölçüde rahatsız eder. Oysa Leba’ya göre oğlu da babası gibi müzisyendir ve sadece şarkı söylüyordur. Mahalle sakinleri, Leba ve ailesini her gün oğullarını bir bakımevine bırakmaya ikna etmeye çalışırlar. Bu yapılmazsa da kendileri bir dilekçe hazırlayıp belediyeye verecek ve çocuğun mahalleden gitmesini sağlayacaklardır.
Oğlunu kendi doğduğu evde büyütmek isteyen ve karşılaştığı tehditler karşısında ne yapacağını bilemeyen Leba, akıl dışı bir oyun oynamakta bulur çareyi. Oğlunun Tanrı tarafından mahalleye gönderilmiş bir melek olduğuna ikna etmeye çalışır tüm komşularını. Ghadi büyüyene kadar komik bir dram tadında ilerleyen film, babasının onun kabul görmesine ilişkin uydurduğu bu hikâyeyle tam anlamıyla bir masala dönüşür.
Söylediği yalanı desteklemek için çocukluğundaki gözlemlerinden yararlanır Leba, ne de olsa büyürken herkesi hep izlemiş ve çevresindekilerin en özel anlarına tanık olmuştur kendini hissettirmeden. Bunlar başlangıç için yeterli olsa da sürekliliği sağlamak adına sıkı bir takım çalışmasına ihtiyaç duyar. Eşi, mahallenin delisi, gay kuaförü ve bakkalın siyahi çırağıyla; yani mahallenin diğer dışlanmışlarıyla bir ekip kurarlar. Her gün her eve ait yeni sırların peşinden koşar ve mahalle sakinlerinin arzularını öğrenirler. Böylelikle Ghadi’nin bir melek olduğunu ispatlamak için, insanların tüm dileklerini gerçekleştirmek üzere külfetli bir prodüksiyona girişir Leba.
Toleranssızlık, kendinden farklı olanı dışlayıp baskılama, ona yaşam alanı tanımama ve önyargılara dair aşikâr noktaları işaret eden film, olabilecek en eğlenceli tarzla izleyeni bu konular üzerine düşünmeye teşvik eder. Aslında aralarında doğmuş ve büyümüş biri olan Leba’nın oğlunun, farklılığı sebebiyle ötekileştirilmesi filmde çok basit ancak doyurucu bir biçimde kritisize edilir. Film; Ghadi’yi ve özelliklerini dramatize etmek yerine, kimseyi aşağılamadan, durumu oyuna dönüştürerek eleştirilerini gerçekleştirir.
Ghadi, kişisel özellikleri pek öne çıkarılmadan, aslında diğer karakterleri belirginleştirmeye yarayan bir karakter konumundadır. Bu rolün; hassas bir reji, yazar anlayışıyla özenle işlenmesi seyircide de, filmin diğer karakterlerinde de ona karşı gelişecek acıma duygusuna fırsat vermez. Filmin öne çıkan başarılarından biridir bu.
Balkonlar, sokaklar, renkler ve birbirinden farklı karakterlerle bezenmiş başarılı sanat yönetiminin yanında; mahallenin her kafadan bir ses çıkan hengâmeli ortamında kullanılan Mozart müzikleriyse filmin başarılı kontrast ögelerinden bir diğeridir.
Babanın uydurduğu melek hikâyesinin ilerleyişi sırasında film, aksiyon hâlinden uzaklaşıp durum anlatısına dönüşür ve seyircide gerçekliğe tutunma ihtiyacı yaratır kimi zaman. Ancak tam da öyküden kopmak üzereyken seyirciyi filme bağlı tutan en önemli etken, bu ilk uzun metraj çalışması olan ve aslında reklam sektöründen tanınan yönetmen Amin Dora’nın başarılı anlatım dilidir, işine hâkimiyetidir. Melek fantezisi sorgulanabilecekken ve bu fikir çökmek üzereyken, yaratılan atmosfer ve aksiyonla film bütünüyle kendini kurtarır duruma gelir.
Ghadi; kamera önündeki isimlerden kamera arkası çalışanlarına kadar, açıkça anlaşılıyor ki ne yaptığını iyi bilen ve bunu önemseyen bir ekipten oluşmakta. Düşük bütçeli lokal bir prodüksiyon olarak, benzerlerinden farklı bir kategoride değerlendirilmeyi gerektiren film; farklı hayatlara dair gelişen tahammülsüzlük, ataerkil söylem, önyargılar gibi eleştirdiği noktalara çok doğru yerlerden parmak basıp herkesi bunun üzerinde düşünmeye sevk etmekte. Çok basit ancak doyurucu biçimde, abartmadan, komedi ve dramayı iyi dengeleyerek senaryoyu başarılı bir filme dönüştürmekte.
Herkesin hayatta bir rolü olduğu ve bunu yaşamayı hak ettiği görüşünü savunan filmde Mozart, yalnız müzikleriyle değil hayat öyküsüyle de önemli bir semboldür. Leba, oğlunun doğumundan hemen önce öğretmenini ziyaret ettiğinde, Bay Fawzi’den duyduklarımız destekler filmin ana fikrini:
“Mozart’ın tek böbreği varmış ve kalbi de çok zayıfmış derler. Ama Mozart, dopdolu 34 yıl yaşamış ve Mozart’ın bu 34 yılda neler bıraktığına bir bak. Senden ricam, oğlunun rolünü oynamasına izin vermen.”
Sonuçta, kimin engeli yok ki?