Sayılar, yegâne iletişim aracımız olan diller kadar eski ve insanlık tarihinde bir o kadar derin etkileri olan soyutlamalardır. Somut varlıklar olmanın ötesine geçip matematiğin dilinde birer sembole dönüştükleri andan itibaren de bilişsel gelişimimizde şaşırtıcı sıçramalar oluşturarak insan ırkını diğer tüm canlıların ötesine taşımıştır. Peki, hayatımızın vazgeçilmez parçası hâline gelen sayılar, günlük yaşantımıza ne kadar ve ne ölçüde hâkim? Sayıların başrolde oynadığı belgeseller, bu soruya çarpıcı yanıtlar getirirken bugün göz ardı ettiğimiz en basit cihazların ve mekanik âletlerin dahi birer sayısal hesaplama ürünü olduğunu gösteriyor. Bu listemizde beyazperdenin kaynağı olduğu varsayılan sanat ve edebiyat anlatılarına virgül koyup tüm işaretlerin yeniden tanımlandığı bambaşka bir dile, matematiğin diline perde aralıyoruz. Sinemanın bile matematiğinden söz etmek mümkünken, bakalım matematiğin sineması, insanlığa neler söylüyor.
A Brilliant Madness: The Story of John Nash (2002)
Bir matematik dehası olan John Nash’in hayatına dair bilinmeyenler ve MIT’le olan ilişkisi, A Brilliant Madness belgeselinde ayrıntılarıyla beyazperdeye yansıyor. Belgeselde bir akıl hastası ilan edilen Nash’in uzaylılarla iletişim kurmasından özel bir haberci olduğuna kadar doğruluğu hâlen araştırılan iddialar, matematikçi kimliği çerçevesinde tartışılır. Nitekim paranoid şizofreni teşhisi konulan Nash, on yıldan uzun bir süre akıl hastanelerinde kalmış ve bilim dünyası tarafından neredeyse unutulmuştur. Bu süre zarfında, yirmi yaşında keşfettiği bir matematiksel kanıt, modern ekonomi teorisinin temelini oluşturmuştur. Ne var ki 1994’te Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görüldüğü sırada ünlü matematikçi, düşkünlük belirtileri göstermeye başlar. Geliştirdiği matematik teoremi sayesinde dünya ekonomi sistemini yeniden kurgulayan Nash’in sayılarla büyüleyen öyküsü; eşi Alicia, arkadaşları, meslektaşları ve psikiyatri uzmanlarıyla yapılmış röportajlar üzerinden dile getirilir.
A Brief History of Time (1991)
Errol Morris yönetmenliğindeki belgesel film, dünyaca ünlü bilim insanı Stephen Hawking’in aynı adlı eserinden uyarlanmıştır. “Tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan?” sorusuyla başlayan belgesel, soruyu evreni oluşturan ilk itki gücüne mercek tutan bir derinliğe doğru ilerler. Bir taraftan insanlık tarihine mâl olmuş bilimsel gelişmelerden örnekleri beyazperdeye taşırken diğer taraftan Hawking’in bilim dünyasına katkısını, bizzat kendi yapay sesinden anlatır. Bu bakımdan diğer belgesellerden farklı olarak otobiyografik bir özellik de taşımaktadır. Bu çerçevede Hawking; zamanın sınırlarını zorlayarak sonsuzluğun yaratılışını, matematiğin dilinde açıklamaya çalışır. Ancak Hawking’in yanı sıra yakın çevresinin anlattıkları yaşam öyküsü; sonsuzluğun kapısını tıklatan bilimin, öte yandan insanlık için nasıl bir tehlike potansiyeline sahip olduğunu en çarpıcı boyutlarıyla yansıtmaktadır. Peki, zaman hızla kaotik bir sürece doğru ilerlerken evrenin ömrünü tartışan insan için kum saati ne yönde ilerler?
The Proof (1997)
Bugün kimliğimizin bir uzantısı hâline gelen teknolojik cihazların, yapay zekâ ile çalışan sistemlerin ve bilgisayar işlemcilerinin temelinde bir matematik teoremi çalışıyor desek, ne kadar gerçekçi bir yaklaşım olur? Fransız bilim insanı ve matematikçi Pierre de Fermat’nın, tüm bilim dünyasına mâl olmuş teoremi, tam da bu gerçeğin bir ‘kanıtı’dır. 1997 yapımlı belgesel The Proof’ta Fermat’nın tam yedi yıl süren çalışmaları sonucu ortaya koyduğu teoreme ulaşma sürecini Andrew Miles’ın anlatısıyla sergiler. Kendisi de bir matematikçi olan Wiles, ‘son teorem’ olarak bilinen Fermat Teoremi’nin, günümüz bilgisayar işlemcileri sistemlerine nasıl temel olduğunu açıklar. Belgeselde adım adım açıklandığı üzere teorem, bir çözümsüzlüğü kanıtlamaktadır. 90’lı yılların sonlarında, gelişen yapay zekâ teknolojisiyle beraber AI bazlı sistemlerin, bu Fermat eşitsizliğine bir çözüm üretip üretemeyeceği sorularıysa yepyeni bir belgeselin konusu olmaya hazırdır.
Enigma (2014)
İçinde bulunduğumuz enformasyon, yani bilgi çağında artık hükümleri veren, gücün niteliğini belirleyen ve insanlara alternatif gelecekler sunan dil, sayıların dilidir. Ancak bu dili yalnızca matematiğin soyut bağlamında düşünmemek gerekir. Morten Tyldum yönetmenliğindeki Enigma (2014), bilginin son derece hayatî önem taşıdığı savaş bağlamında matematiğin nasıl işlediğini, nelere mâl olabileceğini gözler önüne serer. II. Dünya Savaşı’nda geçen film, matematikçi dahi Alan Turing’in, Alman ordusuna ait bir kodu çözme sürecini anlatır. Turing’in gerçek yaşam öyküsünden uyarlanan film, savaşın en karanlık günlerini beyazperdeye taşırken olanaksız gibi görünen bir şifrenin, bir o kadar hayranlık uyandırıcı çözüm sürecine hepimizi tanık eder. Nazilerin özel bir şifreyle kodladıkları Enigma mesajlarını deşifre etmesi üzerine Turing, bir dâhi ilan edilmiş ve modern bilgisayarın babası olarak bilim tarihine geçmiştir.
Pi (1998)
Pi sayısının, evrendeki tüm sayısal bilgilerei haiz olduğu varsayılmaktadır. Ancak henüz kesinliği tartışmalı olan bu varsayım, paranoid bir bilim insanının zihninde takıntıya dönüşürse ne boyutlara varabilir? Darren Aronofsky’nin objektifinden Pi (1998), pi sayısına takıntısı olan dâhi matematikçi Max’i anlatır. Max, yıllar süren çalışmaları sonucu doğada bu sayı dizisine bağlı bir sistem olduğunu keşfeder ve dünyayı tamamen değiştirecek bir problemin çözümünü, kendi delilik eşiğine paralel bir şekilde adım adım gösterir. Ne var ki üzerinde çalıştığı matematik problemi, Max’in bizzat kendisini de bir değişken olarak kabul eder. Beklemediği bu nokta, hem Max hem de bilim dünyası için sarsıcı gerçeklere doğru ilerleyen bir yolun kilidini açar. Matematiğin keyifli olduğu kadar tehlikeli ve karanlık sularına ışık tutan film, hiç kaybetmediği gizemli temposunu matematik dilinde ustalıkla yansıtır; üstelik başrolünü Sean Gullette’nin üstlendiği tek kişilik dev kadrosuyla!
The Man Who Knew Infinity (2015)
Robert Kanigel’in aynı adlı romanından uyarlanan biyografik belgesel niteliğindeki film, Hintli matematikçi Srinivasa Ramanujan’ın hayatına ışık tutar. Bilim dünyasına Sonsuzluk Teorisi’ni kazandıran Ramanujan, I. Dünya Savaşı döneminde yaşamış ve Cambridge gibi prestijli üniversitelerde eğitim almayı başarmış öncü bir matematikçidir. Ne var ki hayatının Hindistan’da geçen yıllarında verem teşhisiyle tedavisine başlanmış, ancak rahatsızlığının çok daha farklı olduğu ortaya çıkmıştır. Bir yandan hastalıkla mücadele eden Ramanujan, öte yandan savaş ortamında çalışmalarını yürütmek için tüm ömrünü adamıştır. Film, Ramanujan’ın hayatı üzerinden bilimin yirminci yüzyılda hem coğrafyalar hem sarsıcı dünya siyaseti ve peş peşe gelen savaşlar arasında nasıl bir ilerleme mücadelesi verdiğini gözler önüne serer. Daha özel bağlamda ise bir bilim insanının yaşantısını, tüm gündelik yönleri ve kişisel ayrıntılarıyla bizlere tanıtır.
N is a Number: A Portrait of Paul Erdös (1993)
Hayatını tamamen matematiğe adamış nadir bilim insanlarından Paul Erdös, kendisiyle beraber sayısız matematikçiyi de bilim dünyasına kazandırmıştır. Erdös’un hayatını konu alan biyografik belgesel N is a Number (1993), matemtikçinin bu derin etkisini en şaşırtıcı ayrıntılarıyla ortaya koyar. Henüz çocukken, sayılara normalin üzerinde bir ilgi gösteren Erdös, üniversiyte yıllarında bu istidadını kanıtlayarak asal sayılarla ilgili bir teoremi kolaylıkla geliştirdi. Doktorasını aldıktan sonra da hayatını kelimenin tam anlamıyla matematiğe adadı; ne evlendi ne de matematik dışında bir başka ilgi alanı oldu. Bu tutkulu adanmışlık, sonunda Erdös için en temel ihtiyaçların dahi aksamaya başladığı sıra dışı bir hayatın da inşa edilmesine neden oldu. Matematiğe olan tutukusuna en yakın şey, belki kahveye olan düşkünlüğüydü. Bu nedenle yakın çevresince “kahveyi teoreme dönüştüren adam” olarak biliniyordu. Tüm bu ayrıntılar belgeselde yer alırken Erdös’ün teoremi ve bilim dünyasına nasıl bir katkı sağladığı da açıklanır.
A Trip to Infinity (2022)
Sonsuzluğun sınırlarında seyahat etmek mümkün müdür? Dahası, sınırsız bir sonsuzluk kavramı varolabilir mi? Bir paradoks gibi görünen bu sorulardan yola çıkarak sonsuzluğa farklı yaklaşımlar ve tanımlar getirmeye çalışan belgesel; Delilah Gates, Stephon Alexander, Anthony Aguirre, Steven Strogartz gibi matematik ve fiziğin farklı alanlarında uzman bilim insanlarını bir araya getirir. Tatrışmalar gösterir ki sonsuzluğun mümkünâtı ve/veya imkânsızlığı, kadim bir bilinmezlik olmaya devam edecektir. Ancak en azından buna yönelik geliştirilen teoremler, sayı dizileri, olasılıksızlığın kanıtları matematiğin sınır tanımadığını gösterir. “Bir şeyi düşünebiliyorsanız, ele almak için kural yaratabiliyorsanız, o şey var demektir.” Bu düşünceden yola çıkan bilim insanları da kendi sonsuzluk tanımlarını yaparak sonsuz sayıda sonsuzluğu matematik dilinde de mümkün kılmışlardır. Gerçek görüntülerin yanı sıra çizgi film ve animasyon teknikleriyle de zengin bir grafik içeriğine sahip olan belgesel, kavranması bir hayli güç olan sonsuzluk konusunu en basit ve keyifli şekilde ekrana taşımayı başarmıştır.