Aniden (2022), dünya prömiyerini 35. Uluslararası Tokyo Film Festivali’nde gerçekleştiren ve hepimizi heyecanlandıran bir film oldu. Özellikle ülke sinemamız adına Asya’nın en önde gelen festivallerinden birinde görünürlük sağlamak oldukça gurur verici. Üstelik film seyirciyle ilk kez Tokyo’da buluştu. Şimdilik bu güzide filmi izleyen azınlıktan biri olduğum için çok mutluyum ve itiraf etmeliyim ki kendimi özel hissediyorum. İlk uzun metrajınız Kumun Tadı (2014) dünya galasını Berlin Film Festivali’nde gerçekleştirdikten sonra İstanbul Film Festivali’nde bizlerle buluşmuştu. Türkiye ayağından bakmak gerekirse Aniden’i izlemek için bir süre daha beklemek zorundayız, değil mi?
Aniden’in festival yolculuğu Türkiye’deki vizyon tarihini belirliyor olacak. Umuyorum ki çok beklemeden, 2022 içerisinde bir festivalde gösterim yaparız.
Tokyo Film Festivali’ni diğer festivallerden ayıran önemli bir detay var mı? Eminim Asian Future kategorisinin en iddialı isimlerinden biri olmak bizleri olduğu kadar siz film ekibini de oldukça heyecanlandırmıştır.
Tokyo Film Festivali hem Avrupa’nın hem de Asya’nın nabzını tutan ve iki bölgeden çıkan heyecan verici yapımlara ev sahipliği yapan bir festival. Batı sineması dışında Asya’nın da yeni filmlerini keşfetmeye yönelik bir yaklaşımı olduğunu hissettim. Japonya’nın Covid-19 kısıtlamaları festivalden birkaç hafta önce kaldırıldığı için festival ekibinde ve festivalde tekrar fiziksel olarak bir araya gelebilmenin getirdiği bir enerji vardı. Festivale ben, Feride Çiçekoğlu ve görüntü yönetmenimiz Meryem Yavuz katıldık. Filmi Tokyo’da açmak, filmin “dokunsal” yaklaşımının nasıl algılandığını ve ana karakterimiz Reyhan’ın nasıl izler bıraktığını görmek çok güzeldi!
Ekip demişken; Melisa Önel, Feride Çiçekoğlu ve Alara Hamamcıoğlu. Birbirinden değerli üç kadından söz ediyoruz. Oldukça heyecan verici bir buluşma olmuş. Yollarınız nasıl kesişti?
Aniden, Feride Çiçekoğlu’yla birlikte yazdığımız üçüncü hikâyemiz. Birlikte yola çıkmayı, keşfetmeyi, mekân gezip karakterlerin izleklerini oluşturmayı, hikâyeyi görsel bir dille kurmayı seviyoruz. Alara Hamamcıoğlu Vigo Film ortaklarından. Vigo Film bağımsız ve Art House filmler yapmayı amaçlayan, bünyesinde yapımcı ve yönetmenler barındıran bir şirket. Alara senaryoyu okuduğunda kadın olmak, özgür olmak ve arzu konularını çok konuştuk. Üç farklı jenerasyondan kadınları bir araya getiren ve hepimizi ayrı ayrı heyecanlandıran bir senaryonun hayata geçmesinin değerli olduğunu hissettik. Ekibimizde her biri alanında çok iyi olan başka kadın ekip başları da var. Görüntü yönetmenimiz Meryem Yavuz, sanat yönetmenimiz Natali Yeres, ışık şefimiz Sezen Yıldız Yılmaz, yardımcı yönetmenimiz Cansu Özaltun ve tabii başrolümüz Defne Kayalar. Bu, kendiliğinden oluşan kadın ağırlıklı bir ekip oldu ama bir yandan da senaryonun ve filmin kadınları kendine çektiğine ve özdeşleşilebilecek bir sürü tema sunduğuna da inanıyorum.
Göç sineması her zaman film dilinde ilgi çeken bir başlık oldu. Aniden’i biraz daha yakın markaja alırsak aslında bir göç filmi olarak da okuyabiliriz. Reyhan belki de kendi bireysel gurbetini yaşıyor, eve dönmek istiyor ama gidecek bir evi de yok. Sanki bedenleri içinde hapsolmuş ruhlar gibi, değil mi?
Göç, temsiliyet açısından klişeleşmiş kimlikler oluşturabildiği için filmi anlatmaya çalışırken bu kelimeden uzak durmaya çalıştık. Avrupa’nın kucak açtığı mağdur göçmen dışında bir göçmenlik var Reyhan’ın durumunda. Aidiyetini Türkiyeli olmak üzerinden de kuramıyor, kurmuyor.
Bir kimliğe, bedene, aileye, topluma aidiyet açısından sıkı sıkıya tutunmuyorsak, aidiyetler açısından fiziksel veya ruhsal bir “göç” hâlindeyiz de denebilir belki. Reyhan’ınki böyle bir göç hâli gibi geliyor bana. Bu insanın kendini yeniden var edebileceği, eski derilerini döktüğü bir hâl olarak da görülebilir.
Reyhan aslında kayıp bir karakter. Bunu içe kapanık olmak ya da görünürlük sağlayamamak anlamında söylemiyorum. Kendisinin gölgesinde yaşamış yıllarca. Belki de bu sebeple bireysel uyanışını tamamlaması için filmde çok fazla kırılma noktası var. Ancak çok nahif bir şekilde bu çatırdamalar kendini belli ediyor, pek şiddetli bir farkındalık sağlamıyor.
Filmin dili Reyhan’ın sübjektivitesini yansıtıyor ve bağırmadan, izlekler ve motifler oluşturarak hikâyesini anlatmaya çalışıyor. Hikâyenin izleği açısından giriş-gelişme ve sonuç dilinden de uzak duruyor film. Bir sonuca ulaşmak isteyen bir karakter yerine Reyhan, kendini akışa bırakıyor. Aniden, seyircisinden de bu akışa kapılmasına izin vermesini istiyor. Flanözlük ve olasılıkların arasında bir arayış Reyhan’ın yavaş yavaş eski bağlarının kopmasına sebep oluyor. Yavaş bir dönüşüm ama dönüşüm olduktan sonra geri dönüşü yok.
Aidiyet kavramı son dönem sinemamızda sıkça işlenen bir konu. Bazen gerçekten bir yere ait olmak zorunda mıyız diye düşünürken buluyoruz kendimizi. Sanırım huzurlu, mutlu ya da bir yere ait olduğumuzda dış dünya ile tartışabileceğimiz bir sorun olmuyor. Reyhan karakterini embriyoya benzetirsek yaşadığı alandaki ilk konfor alanı anne rahmine benziyor. Ki zaten sığınak olarak kullandığı ilk yer anne evi.
İnsanın kendini gerçekleştirmesi, tamamlaması için aileden, anneden ve dolayısıyla rahimden kopması, kimi güvenli alanları yok etmesi gerekiyor mu, özgürlük tüm kimliklerden sıyrılmak mıdır… Aidiyet sınırlayıcı mıdır, özgürleştirici mi? Bu soruları kendimize sorduk ve Reyhan’la cevaplarını bulmaya çalıştık. Reyhan’ın mekânlar arasındaki yolculuğu da, geniş anlamıyla “aile” ile kurduğu ilişkilerden koparak, şehir ve yabancılarla ilişkilenmesinin ve yeni bir kimlik arayışının hikâyesidir belki de.
Aniden’in mekân kullanımı olarak da söylemek istediği bir şeyleri olduğunu düşünüyorum. Otel çok güçlü bir anlatı tasarısı. İnsan hayatında gelip geçen sıradan günler, kişiler ve olaylar gibi. Bir yandan her şeye ev sahipliği yapan güçlü bir vizörden bakıyor, öte yandan kimsenin gerçekten ait olmadığı sadece durak olarak kullanılan bir yanılsama. Biraz içinde yaşadığımız dünyayı andırıyor sanki. Bizler gibi, hem var olmak hem de yok olmak çok güçlü bir şekilde hissediliyor.
Otel düşüncesi bizi tam bu sebeplerden dolayı çok heyecanlandırmıştı yazarken. Gelip geçici durumlar, kişiler, olasılıklar… Aidiyetsizlikten dolayı bir arafta kalma hâli. Aynı şekilde diğer mekânların da birer karakterinin olduğu, sinemada hissetmesek de birer kokularının olduğu ve bunu nasıl yansıtabileceğimizi bolca konuştuk. Her bir mekân o karakterin; Behçet, Ömer, Berrin ve Leman’ın dünyasını ve bunların Reyhan için anlamını yansıtıyor. Reyhan bunların arasından süzülüyor, kendisini arıyor. Düşünecek olursak Reyhan kendisi için bellek mekânlarına geri dönüyor, bunlar da İstanbul’un farklı dönemlerini yansıtıyor.
Ve tabii ki koku. Kokuların kesinlikle geçmişle ve anılarla sıkı bir bağı olduğunu düşünenlerdenim. Bir şeyin kokusunu unutunca hissettirdiği duyguyu da unutuyoruz sonra bambaşka bir zamanda duyduğumuz tanıdık bir koku belleğimizde yeniden canlanıyor, olur olmadık olayları, kişileri hatırlatıyor. Hikâye de zaten koku duygusunun yitirilmesiyle başlıyor diyebiliriz. Aslında anılar ve bellek de yitiriliyor. Sahi, yitip gitme duygusunu nasıl bu denli başarılı bir şekilde seyirciye yansıttınız?
Bunu yansıtabildiysek ne mutlu bize! Koku, duyular arasındaki en uçuşkan ve “hayati” olmayan duyumuz olarak düşünülüyor. Öte yandan kokular beyinde duyguların ve dürtülerin işlendiği amigdala ve hafıza merkezimiz olan hipokampusta işleniyor ve elle tutulamayan öz benliğimizin oluşumunda büyük bir rol oynadığı söyleniyor. Dolayısıyla koku duyumuzu kaybettiğimizde sadece kokuyu değil benliğimizi oluşturan elle tutulamayan, tanımlayamadığımız bir şeyleri de kaybediyoruz. Evdeki deterjan kokusu bir kavgayı, çürümüş çimler hep yürüdüğümüz bir yolu hatırlatırken; kokular olmadan deneyimlerimiz geçmiş çağrışımlarını bulamaz ve neyi kaybettiğimizi tam olarak bilmeden bir eksiklik duygusuyla kalırız. Filmde bu eksikliğin getirdiği duyguya odaklanmaya çalıştık. Bir his olarak bu yoksunluğun nasıl bir deneyim olduğunu Reyhan karakterinin izleyiciye aktarması için koku ve koku kaybı konusunda çalışan uzmanlar ve koku kaybı yaşayan kişilerle çalıştık… Kayıp duygusu bizim filme yansımasına odaklandığımız en temel alanlardan bir tanesiydi.
Filmin en önemli önermelerinden biri de farklılıklarımızın bizi özel kılması. Defne Kayalar ve Öner Erkan eşsiz birer oyunculuk sergiliyor. Özellikle Öner Erkan’a değinecek olursak çıkardığı karakter oldukça başarılı, bizleri rolüne hapsediyor adeta. Görme engelli bir bireyi canlandırmak için hazırlık süreci nasıl gerçekleşti. Çekimler sırasında zorlandığınız ya da şüpheye düştüğünüz anlar oldu mu?
Destek aldığımız iki temel kurumla ve bu kurumlarda çalışan özverili ve konunun uzmanı insanlarla ön hazırlık yapma şansı bulduk. Biri Parıltı Görmeyen Çocuklara Destek Derneği, diğeri de Türkan Sabancı Görme Engelliler Okulu. Onun dışında Altı Nokta Körler Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi’ne bağlı GETEM ile de görüşmelerimiz oldu. Parıltı Derneği bize teorik anlamda görmemenin diğer duyuları nasıl harekete geçirdiğini ve farklı olmanın küçük bir yaştan itibaren çocuklar ve aileleri tarafından kabullenilme sürecinin olduğunu öğretti. Öner Erkan, Sabancı Görme Engelliler Okulu’ndaki öğretim görevlileri ağırlıkta olmak üzere iki kurumla da ön hazırlık yaptı. Bu iş birliği bize, veya bana diyeyim, hem filmde kullanmak adına hem de genel anlamda hayatla ilgili çok şey öğretti diye hissediyorum. Öner’in, Ömer karakterini sevmesi ve karakterini, güçlü bir kadın başrolünün yanındaki “kör adam” olarak görmeyip derinleşmesine izin vermesi çok güzeldi. Gördüğü şeye tepki vermektense onu tüm beden dilinde duymaya ve dokunmaya yönelmesi gerekiyordu ve bu da hızla oldu. Çekime girmeden önce tüm ön hazırlıkların bir anda yetersiz geldiği bir an olabiliyor. O anı geçip çekime girdikten sonra herkes ve her şey yerli yerine oturdu. Ömer’in gerçekten görmeyen bir oyuncu tarafından oynanıp oynanmadığı sorusunu defalarca aldık. Bu soruyu duymak çok güzel.
Son dönem sinemamızda hem söylevsel olarak hem de eylemsel olarak oldukça dikkat ettiğimiz bir konu var: kadın hikâyeleri. Çok klasik bir soru olacak belki ama değinmeden edemiyorum, eril bir külliyatın ardından kadın konulu hikâyelerin kadınlar tarafından anlatılmasını nasıl buluyorsunuz ve böyle bir ayrım hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok ferahlatıcı ve özgürleştirici buluyorum! Herhangi bir esere baktığımda kadın veya erkek sanatçı ayrımı yapmıyorum çünkü bu ayrımların dışında işler üreten birçok kişi var. Ancak tekerrür eden kadın temsiliyetlerini gördüğüm zaman – ki bu sıklıkla oluyor – kadınlar tarafından yeniden anlatılması gereken bir tarih ve bir sürü hikâye olduğunu düşünüyorum. Basitçe, kadınların bakılan olmaktan bakan göze geçmesi bir faillik durumu ve bu failliğin kendine dair bir dil ve temsiliyet biçimleri oluşturabileceğini de düşünüyorum.
Aniden güçlü motivasyona sahip olan bir film. Belki de tam olarak bu yüzden her şey aniden oluyormuş hissi veriyor. Aniden gelişen aslında çok uzun bir zaman dilimine yayılır. Sadece bizler fark edecek bilinçte değilizdir. Usul usul, ilmek ilmek gelişir ama birdenbire olurmuş gibi gelir. İnsan olmak, anda olmak, farkında olmak hayat dediğimiz kavramı bir yaşama sanatına dönüştürüyor. Reyhan bu dönüşümü tırnak içinde aniden yaşıyor. Peki, bu ani gelişen durumlar sebebiyle filmle ilgili hiç olumsuz tepki aldığınız oldu mu? Reyhan’ı bencil ya da ne istediğini bilmeyen bir kadın olarak düşünebilir miyiz?
Reyhan’ı şöyle de düşünebiliriz: bencil olmaya ve ne istediğini bilmemeye cesaret eden bir karakter. Bu, kadınlar için özgürleştirici olabiliyorken kimisi için sinir bozucu olabilir diye düşünüyorum çünkü terk eden, arayışta olan ve tek başına olmayı seçen, temel arayışı sevgi değil kendisini bulmak olan bir kadın Reyhan. Her şeyi geride bırakıp dünyaları fethetmeye giden, şehirde avare dolaşan, bakma ve temsil hakkını elinde bulunduran, ilhamının peşinden sürüklenen, kendini arayan, motoruyla ufka doğru süzülen bir sürü erkek hikâyesiyle büyüdük ve buna hep özgürlük dedik. Bu arayışların faili bir kadın olduğunda keşfin ve özgürlük düşüncelerinin yerine “bencil”, “kendini bilmez” gibi yargılar gelebiliyor. İnsanın bazen yolunu bulması için kaybolması gerekiyor, bu özgürlüğü Reyhan’a verebiliriz bence.
Aniden film 2023 gösterime ne zaman turkiye de
FİLMİ ANLAYAN BİRİSİ BANA DA ANLATABİLİR Mİ EN SONUNDA HAH ÇÖZÜLÜYOR DERKEN KARAKTER YİNE BİR BOSVERMİSLİGİN İCİNDE BULUYOR KENDİNİ TEK ANLADIĞIM NÖROLOJİK BİR RAHATSIZLIK VE KÜÇÜKKEN KAZA GEÇİRMİŞ SAKATLANMİŞ