A Clockwork Orange , “şiddet, suç ve ceza” kavramlarını, bir suçlunun devlet eliyle ıslah edilme biçimi ve bunun neticeleri üzerinden distopik bir gelecek atmosferi çizerek hicveden bir film. Bahsettiği dönem ve tartıştığı meseleler göz önüne alındığında film için, modern toplumun ironisidir denilebilir.
Filmin başından sonuna kadar anlatıcı Alex’tir. Bu yüzden seyirci, acımasız, alaycı, toplum değerlerini küçümseyen, sıra dışı, saldırgan ve yıkıcı bir portre çizen Alex’in gözünden bakar olaylara.
Antikahramanımız Alex DeLarge ve arkadaşları kurdukları çete ile içlerinden taşan bir şiddet eğilimiyle adeta şehirde terör estirirler. Korova Sütbarı’nda şiddet eğilimlerini perçinleyen süt ve uyuşturucu karışımı içeceklerini içerler, yaşlılara saldırırlar, Alexander adında bir yazarın evine girip onu sakatlarlar ve yazarın karısına tecavüz ederler. Çete içerisinde giderek şiddetlenen liderlik çatışmaları, Alex’in arkadaşları tarafından tuzağa düşürülüp hapse girmesiyle son bulur ve olaylar gelişir.
Hapisteyken şiddetten uzak duran Alex uysal davranarak, dinle ilgilenir ve hapishanedeki rahibin sempatisini kazanır.(Fakat burada İncil’i okurken kendisini İsa ile değil ona işkence eden Roma askerleri ile özdeşleştirir.)
Alex, ülkenin başında bulunan siyasal partinin seçimi kazanmak için kullandığı ” Suçluları, Yeniden Topluma Kazandırma” programı için kobay olarak seçilir. Eğer program başarılı olursa Alex serbest bırakılacaktır. Bakan Alex’i sokakları suçtan nasıl arındırdığını göstermek için kullanarak bundan politik avantaj sağlar.
Program boyunca Alex’e elleri, kolları bağlı, gözleri açık kalacak şekilde iğnelerle tutturulmuş bir biçimde savaş ve Nazi soykırım görüntüleri, Beethoven’ın 9. senfonisi eşliğinde izletirler. Ki Beethoven Alex’in içindeki tek güzel şeyi yansıtan, onun saygı duyduğu ve değer verdiği yegane varlıktır. Nitekim Alex’in hapishane odasında bulunan Beethoven büstü ve çizimleri bakanın da dikkatinden kaçmamış, Ludovico seansında Beethoven’ın müziklerini kullanmıştır. Tüm bunların sonunda Alex, şiddet ve cinselliği uygulamak şöyle dursun düşünemez hale gelir. Alex’in şiddet eylemleri şiddet içerikli bir eylem olan ludovico ile önlenmeye çalışılır. Program başarılı olunca da Alex serbest bırakılır.
Alex evine döndüğünde ailesinin odasını kiraladığını görür. Ailesi onu istememektedir, sokakta kalmıştır. Daha önce çete arkadaşlarıyla dövdüğü sarhoş dilenci diğer dilencileri başına toplayıp kendisini linç eder.Alex’in yardım çağırısına gelen polisler ise kendisinin çete arkadaşlarıdır. Alex onlardan da dayak yer zira arkadaşları bu defa şiddeti polis olarak üretmektedirler. Arkadaşlarından kurtulmayı başaran Alex’in talihsizlikleri devam eder ve karısına tecavüz ettiği yazarın evinde bulur kendisini. Başlangıçta Alex’i tanıyamayan yazar onu iyi karşılar. Fakat daha sonra Alex’in kim olduğunu anlayan yazar, karısının intikamını Alex’e tepki vermeye koşullandırıldığı Beethoven’ı dinleterek alır. Çektiği acıya tahammül edemeyen Alex kendini pencereden atarak intihar eder.
Bu noktada Alex’i ve içinde yaşadığı toplumu daha iyi analiz edebilmemiz için psikoanalitik bir terime ihtiyacımız var. Psikanalizde suç ve cezanın karşısına getirilebilecek kavram, ressentiment (hınç)tir. İşte ressentiment’in varlık bulabilmesi için Alex’in yaşadığı gibi bir iktidarsızlık durumunun oluşması gerekmektedir. İnsana bir makine gözüyle yaklaşan düzene, kurallara, baskıcı toplumsal kontrole, itaat etmeyen/boyun eğmeyen Alex, kendini açığa çıkarma adına yıkıcılığa başvurur. Yani Alex’in şiddetinin kökeninde var olma problemi yatar. Modern devletin insanı bir hiçe indirgediği böylesi bir ortamda Alex’in şiddet eylemlerini bir eğlence, haz unsuru olarak algılamak hatalı ve eksik bir bakış açısı olacaktır. Alex ve çete arkadaşlarının ürettikleri Rusça kökenli Nadsat dilinde konuşmaları bile yürürlükteki dilden sıyrılma çabalarının, düzen karşıtı eğilimlerinin bir dışavurumudur.
Modern toplumlarda, hınç ve intikamın kontrol altına alınması ise cezalandırma yöntemi ile mümkün olmaktadır. Burada dikkati çeken nokta, devletin şiddet kullanmasının meşru oluşudur. Modern devletlerde güç kullanımı, kişisellikten çıkıp devlet tekeline bırakılmıştır. Böylelikle iktidarın, zaten içinde var olan yıkıcılığı, sürekliliğini korumak için kullandığını söylemek mümkündür.
Devlet erki ideal toplum yanılsamasını, tek tip vatandaşlık gibi mekanizmalarla gerçekleştirir. Kişilerin düşünceleriyle hareketlerini kontrol ederek hayatları üzerinde egemenlik kurar ve ideolojisine ters düşenleri, farklı olanı ya da bir diğer deyişle ötekini, kendi amaçları ve istekleri doğrultusunda asimile eder. Nitekim filmde de sistem, Alex’in seçme hakkını elinden alıp onu bir makineye dönüştürmüştür. Alex’in şiddeti rehabilite edilmiş ve neticede Alex toplumun kabullendiği davranış biçimine uymak zorunda bırakılmıştır. Alex’e yapılan işkence onu evcilleştirir ancak onu daha iyi ya da daha ahlaklı kılmaz.
Filmdeki şiddet/karşı şiddet kavramı ironik boyutta da kendini gösterir ve bunu neredeyse filmin bütününde görmek mümkündür. Bu durum, özellikle yazar Alexander’ın başlangıçta kurbanken Alex’le ikinci karşılaşmalarında suçlu durumuna düştüğü sahnede apaçık meydandadır.
Öte yandan film boyunca sürekli karşılaştığımız mahşerin dört atlısı ( Alex ve çetesi) göndermesi de kaotikliğin, yıkımın sembolleridir ve devletin şiddetle olan bağını kuvvetlendirici niteliktedir. Dört saldırgan ve kurban motifi, evvela Alex’in ve çete arkadaşlarının yaşlı bir dilenciye saldırdığı sahnede karşımıza çıkar. Ardından hapiste dört polisten dayak yerken Alex kurban konumundadır. Ve son olarak hapisten çıktıktan sonra yazarın evinde, yazar ve yanındaki dört kişi Alex’in yemeğine ilaç katmıştır ve Alex yine kurban konumundadır.
Şiddetle bağlantılı olarak filmde Nazilere de sık sık göndermeler yapılır. Filmin başında Alex ve çetesinin başka çete üyeleriyle dövüştükleri sahnede, diğer çete üyelerinin üzerlerinde Nazi üniformaları vardır. Ludovico tedavisi esnasında Alex’e Nazilerin gösterilerini içeren görüntüler izletilir. Son olarak hapishane yöneticisinin üniforması ve fiziksel görüntüsü akıllara Hitler’i getirir. Bilindiği gibi Naziler devlet şiddet mekanizmasının en belirgin örneği olarak yakın tarihe damgalarını vurdular. Filmde nazi göndermesinin yer alışını bu şekilde açıklamak mümkün.
Filmin sonunda hastane yatağında gördüğümüz Alex, yanına gelen bakanla pazarlık yapar. Ölmek için intihar etmiştir ama yeniden doğmuştur. Bu ikinci Alex’in bildiğimiz Alex’den bir farkı vardır; Alex de artık bakan gibidir, ikiyüzlüdür. Toplumsallaşmış ve düzenin bir kuklası olmuştur. Başta Alex’i kullanarak toplumu suçlulardan arındırdığı gerekçesiyle politik avantaj sağlayan hükümet, filmin sonunda Alex’i sokakları tekrar suça boğmak için kullanır. Çünkü sistemin varlığını sürdürebilmesi buna bağlıdır; şiddet ve suç tamamen yok edilmemelidir ve kontrolü sistemin elinde olmalıdır. Aksi takdirde toplum bu şiddeti sistemin kendisine yöneltir.
Sonuç olarak A Clockwork Orange, modern toplum yapısında suç ve cezanın karşılıklı işlenmesinden hareketle efendi-köle diyalektiğini, otoritenin Alex’i ıslah etme adıyla uyguladığı cezalandırma yönteminin onu ne derece özgürleştirdiğini(!), bireyin özgürlüğünün toplumun diğer üyelerinin köleleştirilmesiyle mümkün olup olmadığını tartışır.
mükemmel analiz, eline sağlık
Teşekkürler 🙂
Clockwork Orange’da suçun meşrulaştığı aşama ile Taxi Driver’da suçun meşrulaştığı aşamayı birbirine çok benzetiyorum. Daha da önemlisi her iki filmin ana karakterlerinin toplum tarafından anlaşılamayan (ve kendileri de toplumsa “düzen”i anlayamayan) figürler olması. Sanki inceden bir Locke tabula rasa göndermesi var gibi. Her iki karakter de dünyaya boş bir algı ve doyumsuz duygularla gelmişler. Bütün duygularını alenen hırsla yaşamak isteyen figürler bunlar. Yalnız Taxi Driver’da Travis belli bir ahlak algısına sahip. İki filmi ayıran nokta da bu. Travis “Sabıkam da vicdanım gibi temiz” derken, aslında hepimiz temiz bir vicdanla doğuyoruz argümanının altını çiziyor. Bu da Alex’le temel ayrımları gibi geldi bana.
Her iki film de şiddet ve suçu sistemin aygıtları olarak tercüme ediyor. Taxi Driver’da kirli işlere bulaşmış insanlara şiddet uygulayan Travis’in kahraman olmasıyla, Clockwork Orange’da Alex’in filmin başında dövdüğü sarhoşun arkadaşları tarafından linç edilmesi arasında böyle bir bağ var. Şiddet toplumun şeytanlaştırdığı yönlere akıtıldığında meşru hale gelebiliyor. Toplumun bir şeyi şeytanlaştırması içinse politika aracı devreye girecek. Ki bunu Clockwork Orange’da Alex’le son konuşmayı yapan ve onu “besleyen” bakan figürü resmediyor.
Tam sizin de söylediğiniz gibi film şiddetin tamamen yok edilmesi yerine ehlileştirilmesini işaret ediyor. Bu da otoritenin (dolayısıyla şiddetin) normalleştirilmesi anlamına geliyor. Enteresan biçimde bana Locke’u hatırlattı bana son cümleleriniz. Elinize sağlık.
Taxi Driver’da Travis, sisteme duyulan güvensizliğin ve paranoya duygusunun temsili adeta. Film boyunca giydiği Vietnam ceketleri onun hala Vietnam Savaş psikolojisini bilinçaltında sürdürdüğünü gösteriyordu bize. Ancak Alex’in de Travis’in de şiddet içerikli eylemlerinin nedeni sistem olsa da hedefleri aynı değil. Travis’in şiddet eylemleri liberal sistemin doğurduğu ortamın günahkarlarına fahişe, pezevenk vs. yönelik ve o bir biçimde kendini Tanrının eli olarak görüyor, sürekli olarak her şeyi düzene sokacağından bahsediyor.Alex için benzer bir durum söz konusu değil. Alex de hınç duygusuyla hareket ediyor tıpkı Travis gibi ama Alex’in toplumu düzene sokma gibi bir çabası ya da gayesi yok.Yani özetle bu iki film arasında sizinki gibi bir bağ kuramadım. Yorumlarınız için teşekkür ederim.
psikolojiyle bağlantılı analiz çok güzel olmuş, bana da bu metni portekizceye çevirmek kaldı 🙂
“A Clockwork Orange” şiddet, suç ve cezayı irdeleyen ve bir suçlunun otorite eliyle ıslah edilirken kullanılan yöntem ve sonuçlarını sorgulayan ironik bir eser. Toplum eleştirisini sert ve gerçeküstü anlatımıyla aktarıyor. Bunu aktarırken de baş karakterin filmi anlatması filme ayrı bir hava katıyor. Hem filmin temasının ukala, değer yargılarını küçümseyen, saldırgan tipleri anlatması, hem de baş karakterin sert bakış açısı istenilen vurguyu ikiye katlıyor. Filmde karşıt değerler kullanılmış. Örneğin şiddet eğilimli insanların tükettiği farazi içecekler gibi farklı ve gerçek üstü materyaller filme yerleştirilmiş. Bu da zaten yönetmenin en iyi uyguladığı tarz. Baş karakterin politikacılar tarafından halkı aldatmak için kullanılması ise gerçek dünyaya yapılan çarpıcı bir göndermedir. Beethoven’ın 9. Senfonisi ise film için mükemmel bir seçim olmuş. Zıtlık vurgusu Beethoven seçimiyle tamamlanmıştır Ana karakterin kişisel başkalaşımı sonunda, ki izleyince bu başkalaşım anlaşılacak, kendini olay ve olguların merkezinde bulması çok başarılı. Şiddetinin kökeninde yatan “insanın var olma problemi” otoriter rejimlerde fazlaca kullanılır. Otorite için, insanın önemsiz sayıldığı ülkelerde şiddet eylemleri aslında benliğin ve suç ve cezaya karşı duruşun intikamıdır. Devlet bu suçu cezalandırmak için halkına yasaklanan kötü davranışlara ve işkencelere başvurabilir kaldı ki meşrudur. Mesela burada karakterlerin kullandığı dil devlet dili değil başka bir dildir, bu dili kullanmak bile bir başkaldırıdır. Filmin sonunda ise karakter asimile edilmiş ve istenilen kıvama getirilmiştir. Bunu yaparken kullanılan şiddetin çok yüksek oranda karşı şiddetle ezilmesi ise filmin ironik ve sert anlatım tarzını tamamlar, hatta bazı sahnelerde bu sert anlatım Nazilere yapılan atıflarla pekiştirilir. İstenilene ulaşma toplumsallaşmış ve düzenin bir oyuncağı olmuş karakterlerle sağlanıyor. Sonuçta ise otorite kendinden beklenileni yapıyor, şiddet ve suçu tamamen yok etmek bir yana kontrolü altına alıyor, Böylece toplumun kontrol altına alınmış bu şiddeti otoriteye yöneltmesi engellenmiş oluyor. Ünlü yönetmenin kendine has anlatım tarzını yansıtması, materyaller üzerinden insani değerlere yapılan göndermeler, suçu kimin işlediği ve kimin cezalandırıldığına göre anlamının değişmesi, zıtlıkların çarpışması gibi bir sürü söylenecek değerlendirmeler ışığında sinemaya farklı bir bakış açısı ekleyen bu eseri, mutlaka izleyiniz.
Elinize, kaleminize sağlık. Kitabı okuyup hemen sonra filmi izlememe rağmen bazı yerler kafamda oturmamıştı. bu yazıdan sonra sizden talebim snowpiercer filmini analiz etmeniz kafamda oturmayan bazı yerler var da 🙂
Ah bu muhteşem analizler olmasa filmler çok sıradan , müthişsiniz :))
filmden deep learning adına çıkarabileceğim hiçbirşey yok, anlamaya çalıştım ama olmadı