Söz sanat etkinliklerinden açıldığında akla gelen ilk şehir İstanbul olur. Sinema özelinde örnekleyecek olursak birçok film festivalinin/gösteriminin ya İstanbul’da gerçekleştirildiğini ya da Anadolu’daki ayaklarının İstanbul’dan devşirme olduğu söyleyebiliriz (Filmekimi, If İstanbul). Bu durumu değiştirebilen ana organizasyonların ise yerel çıkışlı festivaller olduğu bir gerçek. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nin İzmir için böyle bir önemi var işte.
2000 yılından beri uluslararası ve ulusal kategorilerde kurmaca, belgesel, deneysel ve animasyon kategorilerindeki seçkisiyle sinemaseverlerin karşısına çıkan 14. İzmir Kısa Film Festivali, 63 ülkeden 1.365 filmin başvurusuna sahne oldu. Söyleşiler, Hüseyin Karabey retrospektif, Hindistan 100. yılına özel Avare filminin gösterimi, İnsan Hakları, Arap Dünyası gibi bölümlerle de programını canlı tutan festival, neredeyse her seans dolan hatta taşan salonuyla şehrin ne kadar sinemaya aç olduğunu da görmemizi sağladı.
Başkanlığını usta yönetmen Yavuz Özkan’ın yaptığı, Hüseyin Karabey, Bede Cheng, Irene Genhart, Burak Göral, Solmaz Panahi ve Betül Aksoy’dan oluşan jüri bu sene ulusal dalda En İyi Kısa Film ödülüne Patika‘yı, Uluslararası alanda ise En İyi Kısa Film ödülüne Ermenistan yapımı 140 Dram filmini layık gördü. Umut Veren Oyuncu dalında Küçük Kara Balıklar kısa filmindeki performansıyla Azra Deniz Okyay ödülü alırken, Jüri Özel Ödülü İsviçre yapımı Bonne Esperance filmine gitti. Ayrıca Burcu Aykar, Murat Emir Eren ve Çağdaş Günerbüyük’ten oluşan SİYAD jürisinin verdiği ödülde de ipi göğüsleyen, Onur Yağız’ın yönettiği Patika oldu.
Şimdi gelin festivalin öne çıkan kısalarına birlikte göz atalım.
140 Drams (Ermenistan, Oksana Mirzoyan)
Hepimiz çocuk olduk, o hissi yaşadık. İlk sorumluluklarımızı aldık o dönemlerden. Ama küçük ama büyük, bizim için kocaman bir sorumluluktu bazı şeyler. Annemiz-babamız bizden daha önce yapmadığımız, deneyimlemediğimiz şeyler istediğinde heyecanlandık. Kalbimiz bu denli ilk defa hızlı çarpıyordu belki de.
Çocukluğumuzdaki en büyük sorumluluklarımızdan biri ev için bir şeyler almak desek sanırım abartmış olmayız. Zira ebeveynimizin istediği o ”doğru” şeyi alıp eve başarıyla getirmenin verdiği gurur bambaşkadır. İşte Oksana Mirzoyan’ın kısa filmi ”140 Drams” tüm bu hislerin, bir çocuğun ilk önemli görevine tüm masumiyetiyle ve ciddiyetini bilerek yaklaşmasını resmediyor. Ayrıca iki çocuğu için didinen ve onları büyütmek için elinden gelen her şeyi yapan bir anne portresini, Ermenistan’ın sosyo-ekonomik yapısı üzerinden başarılı bir şekilde çizdiğini söylememiz gerek.
Asya (Türkiye, Mizgin Müjde Arslan)
Çocukken zamanın ritmi daha farklı ilerler. Kimi figürler, nesneler bir anda dünyanın tüm çehresini değiştiriverir yarattığımız evrende. Hepimiz aslında çocukluk dönemimizde özgürlüğümüzü düşler, peşinden koşarız. Tıpkı Cosimo’nun* babasına kızıp ağaçlara çıktığı gibi…
Asya, kardeşlerine bakmak üzere okula gönderilmeyen, 12 yaşında ama sorumluluğu çok büyük olan bir kızdır. Bir gün yerde bulduğu bir kristal ise onun bir anlık da olsa tüm hayata bakış perspektifini değiştirir. Yaşadığı gerçeklikten bir süre için ayrılır ve hayatı oradan izlemeye başlar. Tıpkı Cosimo’nun yaptığı gibi aslında kendi evrenini kurmuştur.
Başta belgesel olmak üzere birçok kısa/uzun metraj filmi bulunan Mizgin Müjde Arslan’ın yönettiği ”Asya”, izleyenleri Asya’nın kristal dünyasına davet ediyor.
*Italo Calvino, Ağaca Tüneyen Baron, İstanbul 1998 Can Yayınları
Boles (Slovenya, Spela Cadez)
”İnsan acıyı tattıkça şefkati daha çok arar… Ama köhnemiş erdemlerimizin duvarları arasına sıkışan, birbirimize tepeden bakan bizler bunu anlayamıyoruz.”
Kimlerle yaşadığımızı, aynı apartmanları kimlerle paylaştığımızı ne kadar biliyoruz? İnsanları ne kadar tanıyoruz? Bazen hiç tanımadan onları küçültecek yargılarda bile bulunuyoruz. Maksim Gorki’nin aynı adlı hikayesinden uyarlanan, Spela Cadez’in yönettiği kısa film ”Boles” bu sorulara verilebilecek en çarpıcı cevaplardan birini yüzümüze vuruyor.
Gorki’nin usta kaleminden çıkan şu cümleyle bitirelim:
”Diyoruz ki, düşkün insanlar!… Ne demektir bu?… Onlar da bizler gibi aynı kemikten, aynı kandan, aynı etten ve sinirden yapılmışlardır. Her şeyden önce insandırlar. Yüzyıllardır işitip dururuz bu “düşkün insanlar” sözünü. Ne saçma şey! Asıl düşkünler bizleriz! Hem de adamakıllı düşkün!”
Bonne Esperance (İsviçre, Kapsar Schiltknecht)
Bir tarafta 16 yaşında hayatın zor taraflarıyla karşılaşmış olmasına rağmen gülmeyi başaran, kendiyle barışık ve en ufak şeyden mutlu olmayı bilen Tamara, diğer tarafta risk altındaki genç kadınların kaldığı yurtta onlara destek vermek üzere bulunan ve Tamara’nın aksine daha mutsuz bir kadın olan Stephanie… Birbirine bu kadar zıt olan iki kadının kurduğu, daha doğrusu kurmaya çalıştığı arkadaşlık ilişkisini en saf haliyle izleyiciye yansıtıyor Bonne Esperance. Kurmaya çalışılan bir arkadaşlık ilişkisinde en ufak detayların bile ne kadar önemli olabileceğinin beyazperdedeki en doğal hallerine olanak tanıyarak…
Condom Lead (Filistin, Ahmad Abou Nasser & Mohammed Abou Nasser)
Savaşlar tüm varlığı ile bizi dünyadan uzaklaştıran, yaşamı anlamsızlaştıran ve içimizi acıtan gerçeklerden biridir. ”Condom Lead” kısa filmi, yakın dönemde tanık olduğumuz en kötü savaş deneyimlerinden birini aile kurumu üzerinden çarpıcı şekilde yansıtmayı başarıyor.
İsrail ve Filistin’in Gazze Şeridi’nde 22 gün kesintisiz olarak süren ve literatüre ”Dökme Kurşun Operasyonu” olarak geçen bu savaş, binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına yol açmıştı. Maddi olarak zarar görenlerin dışında işin manevi, ruhsal boyutunda zarar karşılanamaz düzeydeydi. Ahmad Abou Nasser ve Mohammed Abou Nasser’in Cannes Film Festivali’nde ”En İyi Kısa Film” dalında Altın Palmiye’ye de aday olan kısa filmleri ”Condom Lead”, evli bir çiftin cinsellik içgüdüsünün savaşın acımasız gerçeği yüzünden yok oluşunu kondom metaforu üzerinden izleyiciye aktarıyor.
Derin Nefes Al (Türkiye, Başak Büyükçelen)
Kadının aile ve toplum içinde yaşadığı sıkıntılar birçok filme konu olmuştur. Başak Büyükçelen’in yönettiği kısa film ”Derin Nefes Al”da ise bu sıkıntıların hem fiziksel hem de ruhsal bir şiddete dönüşmüş bütünleşik halini görüyoruz. Film, bu tarz sorunların sadece belli kemikleşmiş aile tiplerinde olmayıp, farklı üst sınıflarda da gerçekleşeceğini çarpıcı bir örnekle suratımıza vururken, bir yandan da ”birey” olma, kendi vücudunun tek sorumlusu olma gibi içsel konulara değiniyor.
Genç bir kızın eve girer girmez babasından fiziksel şiddet görmesiyle başlayan ve zorla bekâret kontrolü için doktora götürülmesiyle devam eden kısa film, başından sonuna kadar insanın içini acıtan atmosferiyle izleyenlerin bir saniye bile gözünü kırpmayacağı bir seyirliğe dönüşüyor.
Uluslararası Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nde Mor Kamera Umut Veren Kadın Sinemacı Ödülü’nü alan ”Derin Nefes Al”, Nesrin Cavadzade, Celal Kadri Kınoğlu, Ercan Kesal ve Mine Tüfekçioğlu’dan oluşan güçlü kadrosuyla da dikkat çekiyor.
Hedgehogsand the City (Letonya, Evalds Lacis)
İnsanlık varoluşundan bu yana her zaman yok etmek, harcamak ve tüketmek üzerine bir hayat inşa etmiştir. Kendi için kurduğu yaşam alanları ise başka canlılarınkine zarar vererek gerçekleşmiştir. Özellikle son yıllarda pür dikkat dinlediğimiz ozon tabakasının delinmesi, buzulların erimesi gibi konular hakkında gelişmelerle daha fazla duyarlılığımız artsa da şu bir gerçek ki; doğal dengeyi her geçen saniye bozuyoruz.
Evalds Lacis’in yönettiği kısa film ”Hedgehogsand the City” bu konuya mizahi bir dil de katarak dikkat çekmek istiyor. Kısa film, insanlar tarafından parkların yok edilip yerine apartmanların, AVM’lerin, kısacası betonların konduğu, yitip giden parklar yerine ise yapay çimlerin yerleştirildiği bir yaşam alanıyla açılıyor. Yaşadıkları yerin zarar görmesinin şaşkınlığını yaşayan hayvanlar içerisinden bir kirpi, insanlara yardım ederek soruna farklı bir bakış sağlıyor. Yavaş yavaş tüm hayvanların organize olup, yaptıkları yardımlar karşısında para almaya başlayıp ”gerçek” evlerini geri almak için çalışıyorlar.
Yurtdışında birçok önemli festivalde gösterim şansı bulan, aynı zamanda 63. Berlin Film Festivali’nden de ödülle dönen bu yapım, İzmir Kısa Film Festivali’nde en çok alkış alan kısa filmlerden biri oldu.
Houses With Small Windows (Belçika, Bülent Öztürk)
”Zaman Zaman”, ”Beklemek” kısa filmleriyle kariyerine adeta ödüllerin içinde başlayan Bülent Öztürk, ”Houses With Small Windows”da da Güneydoğu’da yaşanan travmatik bir olaya doyurucu görselliği, şiirsel, minimalist ve bir o kadar da sert bir anlatımla parmak basıyor. 22 yaşındaki Dilan’ın komşu köydeki evli bir adamla yaşadığı yasak ilişkinin bedelini hayatıyla ödemesini anlatan bu yapım, aynı olaya maruz kalmış kadınların sessiz çığlığı oluyor adeta.
Öztürk’ün annesinin hayatından yola çıkarak çektiği kısa film, 70. Venedik Film Festivali’nden ödülle dönerken, ülkemizde de 20. Adana Altın Koza, 50. Antalya Altın Portakal ve 4. Malatya Uluslararası Film Festivali dahil birçok festivalde finalist olarak yarışma şansı buldu.
Imaginary Chile (Şili, Claudio Diaz)
‘’masasına gelip gittiği açıkça anlaşılır
daktilosu çalışmasa da şeridinin eskimesinden’’*
Dikta rejimiyle Şili’yi yöneten Pinochet ve yönetim biçiminin topluma yansımalarının derinine inmemiz için Claudio Diaz’ın yönettiği 21 dakikalık kısa filmi ”Imaginary Chile”yi izlememiz kafi geliyor. Ritmi çok yüksek olan bu animasyon belgesel, dikta rejiminin başladığı 1973 yılından bitişini de dahil ederek 2010 yılına kadar tam 9 farklı tanığa kulak veriyor. 9 kişinin yaşadıkları, kişisel buhranları ve geçirdikleri zor dönemleri tüm çıplaklığı ile bu kısa filmde buluyoruz.
Barındırdığı derin diyalogları ve farklı animasyon tekniği ile sinemaseverleri her açıdan memnun edecek bir kısa film olan ”Imaginary Chile”, tüm siyaset adamlarını ve yönetim biçimlerini sorgulatacak cinsten bir animasyon.
*Attila İlhan, Tutuklunun Günlüğü, Ankara 1975, Bilgi Yayınevi, s. 52
Küçük Kara Balıklar (Türkiye, Azra Deniz Okyay)
Hepimizin yolu bir şekilde Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık kitabından geçmiştir, kesişmiştir. Kitapta kara balık, tüm zorluklara rağmen denize, özgürlüğüne, yani ideallerine ulaşmak ister. Bunun için direnir ve çabalar. Azra Deniz Okyay’ın ”Küçük Kara Balıklar” kısa filmi de, kendisinin deyişiyle hem bu kitaptan ilham alarak hem de kendi yaşamından esinlenerek sinemaseverlerin karşısına çıkıyor.
Belgesel havasıyla başlayan film, üç kadının aynı Küçük Kara Balık’ta olduğu gibi hayata karşı olan direnişini izleyenlere sunuyor. Kurgusuyla dikkat çeken bu yapım Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde Azra Deniz Okyay’a ”En İyi Performans” ödülünü getirdi. Sinema, tiyatro ve özellikle seslendirme sanatçısı olarak tanıdığımız Rüçhan Çalışkur da filmin oyuncu kadrosunda yer alıyor.
Pandas (Slovakya, Matus Vizar)
Dünyanın şu an en çok üzerine titrediği canlılardan biri hiç kuşkusuz pandalar. Sayıları gittikçe azalan ve nesli tükenmekte olan panda nesli, çeşitli programlar ve özel uygulamalarla kontrol altına alınıyor. Matus Vizar ise bu konuya biraz daha farklı açıdan bakıyor. Pandaların tarihsel süreçte nasıl evrimler geçirdiği, nereden nereye geldiğinden, insanlığın elini attığı her şey gibi pandalara da verdiği zararlara yaklaşıyor.
Cannes Film Festivali’nin resmi seçkisinde yer alan ve Varşova Uluslararası Film Festivali’nden ödülle dönen ”Pandas”, insanoğlunun elinde bir eğlence aracına, sokaklarda, lağımlarda adeta bir fareye dönüşümünü ele alıyor. İnsanoğlu daha yeryüzünde yokken pandaların evrim süreciyle başlayan kısa film, insanoğluyla beraber farklı bir dönüşüme kayışını anlatarak doğal seleksiyona olan zararımızı eleştirir nitelikte.
Patika (Türkiye, Onur Yağız)
Yaşar 10 yaşındadır ve hayatta babasıyla arasında bağ kurmasını sağlayan tek şey vardır; o da bisikletleridir. Ancak babası bu bisiklete aynı anda binemeyeceklerini söyler. Bu zıtlıklarla dolu ilişkilerinde tek ortak unsur olan bisikletten kurtuluş ise baba ve oğulu birbirine daha yakınlaştıracaktır. Adeta ‘‘doğallıktan vazgeçmeden, doğadan vazgeçerek.’’*
Merkezden uzakta, doğayla iç içe ancak birbirlerine de çok uzakta olan bir baba oğul hikayesini izliyoruz Onur Yağız’ın kısa filmi Patika’da. Başarılı görüntü yönetimiyle göz dolduran bu kısa film, her an her yerde karşımıza çıkacak olan oğulun babasına yaklaşma çabası ve babanın da sevgisini oğluna tam gösterememesi odağında ilerliyor.
50. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Gülistan Acet’in “Karpuz Cenneti” filmiyle ”En İyi Kısa Film” dalında ödülü paylaşan Patika, son bölümünde yer alan klasik bir tekerleme ve gölge oyunu üzerinden nostaljik atmosferiyle duygu yoğunluğu yaşatıyor.
*Robert Bresson, Sinematograf Üzerine Notlar, İstanbul 2012 Küre Yayınları, (Chateaubriand’ın kitapta yer alan bir sözü)
Pepûk (Türkiye, Özcan Küçük)
Kim bilir, etrafımızda belki de acılarından pepûk kuşu olmuş, çevremizde uçmuş, yaşadığımız evin balkonuna konmuştur birileri…
Diyarbakır Suriçi’nde iki kardeş. Şilan ve Azad. Kardeş olsalar da yaşadıkları evin içinde birbirlerine yabancıdırlar. Şilan güzel sanatlar lisesinde resim öğrencisidir, Azad’ın ise tek ilgisi hatta her şeyi güvercinlerdir. Tüm bu karakterlerin tek bir gün içerisinde yaşadıklarına göz atıyoruz. Özcan Küçük’ün yönetmenliğini yaptığı ”Pepûk” isminden de anlaşılacağı gibi bir Anadolu efsanesine dayanıyor. Efsanede olduğu gibi film de kardeşlerden birinin diğerinden şüphe duyduğu konu üzerinde duruyor. Karakterlerini, olay örgüsünü ve simgesel anlatımını mitolojiden alan bu kısa film, yarattığı hüzünlü atmosferiyle izleyenleri etkilemeyi başarıyor.
Rabbitland (Sırbistan, Ana Nedeljkovic & Nicola Majdak)
Bir ülke hayal edin kimse düşünmüyor, kimse sorgulamıyor hatta orada yaşayanların beyinleri bile yok. Bıkmadan her gün oy kullanıyorlar ve hep aynı kişiye. İşte bu cümleler tam da Tavşanlar Diyarı’nı anlatıyor.
Tavşanlar Diyarı, ”kusursuz” bir demokrasinin işlediği, herkesin mutlu olduğu ve duvarlarda bile ”mutlu” yazan bir yer. Tüm bunlar üzerinden aslında globalleşen dünyada yaşanan demokrasiye ve demokrasi süreçlerine 8 dakikalık kısa bir zamanda sert eleştiriler sunuyor. İzleyenleri de bu muhteşem demokrasiye dahil ettiği sürpriz finalinin yanı sıra renk kullanımı ve distopik atmosferi de fazlasıyla tatmin edici.
Ana Nedeljkovic ve Nikola Majdak’ın yönettiği bu kısa animasyon, 63. Berlin Film Festivali’nden Kristal Ayı En İyi Kısa Film ödülüyle dönmeyi başardı.
Sadece Tek Bir Gün (Türkiye, Tunç Şahin)
Reklam ajansında stajyer olan Can, bir akşam iş arkadaşlarıyla birlikte yer aldığı yemekte kibirli kreatif direktörünün ”çok bilmiş” tavırlarına dayanamaz ve kimsenin bilmediği bilgileri saçmaya başlar. Yemekte bulunan bir diğer stajyer Ece, Can’ı masadan uzaklaştırır ancak kendi hayatına daha da yakınlaştırmış olur. Can’ın, Ece hakkında da bildiği birçok şey vardır.
Dinamik yapısıyla öne çıkan Tunç Şahin’in yönettiği ”Sadece Tek Bir Gün”, Dublin Uluslararası Film Festivali, Boston Türkiye Kısa Film Yarışması başta olmak üzere ülkemizde de İzmir ile birlikte Malatya Film Festivali, Boğaziçi Kısa Film Festivali gibi festivallerin seçkilerinde yer aldı.
Salıncak (Türkiye, Nazan Kesal)
Zaman ve mekan kavramının olmadığı sanki uçsuz bucaksız, kimselerin bilmediği bir ev ve kendini o evden tamamen soyutlamış bir kadını izliyoruz. Yüzündeki darp izleri daha geçmemiş, belli ki kocası tarafından her zaman şiddet gören, filmin başında kocasının ayağı ile itelediği ”insan” yerine bile konmayan bir kadın. Hayata tek tutunduğu dal ise bebeği bu kadının, aynı zamanda ”özgürlüğe” de birlikte kanat çırptığı bebeği…
”Yazgı”, ”Uzak”, ”Saç” gibi filmlerden oyunculuğu ile hatırladığımız Nazan Kesal’ın ilk yönetmenlik denemesi olan Salıncak, kadının toplumsal bazı dayatmalara karşı duruşunu psikolojik açıdan yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Etkileyiciliğini film süresi boyunca 12 dakikalık plan sekanstan da alan bu kısa filmin oyuncu kadrosunda Ahmet Mekin, Ercan Kesal ve Şebnem Hassanisoughi yer alıyor.
Speechles (Gürcistan, Salome Jashi)
Acıyı nasıl yaşarız? Ya da soruyu şöyle soralım; acıyı nasıl hissederiz? Dışa vurur muyuz? Yoksa kimseye belli etmeden, mimiklerimizde bile göstermeden mi yaşarız? Soruyu cevaplamak için isterseniz ilk önce acının kaynağına inelim. Yıl 2008, Ağustos ayı. Çok yakınımızda, Gürcistan, Güney Osetya, Abhazya bölgeleriyle Rusya’nın dahil olduğu bir savaş. Yüzlerce ölü, binlerce yaralı. Yıkılan aileler, şehirler, kaybedilen yakınlar. Hepsinin yalnızca getirdiği tek bir şey var; o da kocaman bir acı. Belki de bir daha telafisi olmayacak bir acı…
Salome Jashi’nin yönettiği deneysel anlatımlı belgesel kısası ”Speechless”, diyalog içermiyor. Suskunluğun en büyük çığlığı olan bu kısa film, yazının başında dediğimiz ”Acıyı nerede yaşarız?” ve ”Dışa vurur muyuz?” sorularına insanın yüzüyle cevap veriyor. Gürcistan-Rusya savaşı sonucunda yakınlarını kaybetmiş, doğrudan savaş içinde bulunmuş insanların yüzünde görüyoruz acıyı en sert şekilde. Speechless, 12 dakikalık süresiyle içinizi acıtacak deneysel bir kısa film.
Temporary (İran, Behzad Azadi)
Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde bu sene tema olarak ”İnsan Hakları” konusunun ağırlıklı olarak işlendiği kısa filmler izledik. Özellikle bunlar arasından en çok öne çıkan kadının toplumsal yapıdaki rolü, aile kurumu içerisinde çektiği sıkıntılar oldu. İran’lı yönetmen Behzad Azadi’nin yine aynı tema üzerinden yürüdüğü ve farklı bir bakış açısı kazandırdığı ”Temporary” adlı kısa film de bunlardan bir tanesiydi.
Zahra rolünde izlediğimiz Nasim Kiani’nin yüzüyle karakterin yaşadığı içsel sıkıntıya can vermesindeki başarılı oyunculuğunu dipnot düşmek gerek.
The Pill of Happiness (Romanya, Cecilia Felmeri)
Çağımızın en büyük bağımlılıklarından biri hiç kuşkusuz televizyonlardaki reality şovlardır. Hayatımızın her alanına girerek adeta duygularımıza ve ruh hallerimize kadar etkilerini hissettirir bu izlenceler. Pop Art akımının önemli temsilcilerinden Andy Warhol’un seneler evvel söylediği ”Herkes bir gün 15 dakikalığına ünlü olacaktır.” sözü artık televizyonların başucu mottolarından birine dönüşmüştür.
Cecilia Felmeri’nin yönettiği ”The Pill of Happiness” kısa filminde ise televizyon dünyasının insanın bir başka duygusu olan intikam hissini sömürme üzerine kurulu. Günlük hayatta bir olay yaşadınız ve canınızı sıktı. İçinizi sıkan kişiye karşı bunun intikamını almak istediniz ama alamadınız. Tek bir telefonla bir başkasının sizin yerinize intikam almasını ister miydiniz? Bu sorunun cevabı ”The Pill of Happiness”da gizli.
The Swing of theCoffin Maker (Azerbaycan&Almanya, Elmar Imanov)
Azerbaycan’a, merkezden çok çok uzakta ufak bir eve gidiyoruz. Orada yaşayan bir baba ve oğlunun yanına konuk oluyoruz. Onlarla yatıp, televizyon izleyip, yemek yiyip, vakit geçiriyoruz. Ne kadar doğal oldu değil mi? Sanki bir tanıdığımızın ya da komşumuzun yanına gitmişiz gibi. Aslında filmi bu kadar doğal yapan benim anlatımım değil, filmin kendisinin tam olarak bu hissi yakalıyor oluşu. Azeri yönetmen Elmar Imanov filmin başından sonuna kadar bu doğallıyla izleyiciyi yakalamayı başarıyor. Yakalamakla kalmayıp beyazperdeyi aşarak filmin içine çekiyor.
Issız bir evde zihinsel engelli oğluyla yaşayan baba Yagup, oğlunun uykusunda nefes alırken zorlandığını fark edip onu doktora götürür. Doktor ise oğlunun az bir ömrü kaldığını söyler. Doktordan bu cümleyi duyana kadar oğluna sevgisini gösteremeyen, soğuk davranan bir babayken, bir anda sanki oğlu tekrar doğmuşçasına ilgi göstermeye onu mutlu etmeye başlıyor. Tabut üreticisi olan Yagup, oğlu için salıncak bile yapar elleriyle. Ancak bir gün gelen telefonla aslında oğlunun hasta olmadığını öğrenir. Eski kimliğine dönme düşüncesini kafamızda kurmuşken, Yagup artık oğluna gerçek bir baba gibi davranır.
Hayatın herhangi bir anına kamera konmuşçasına doğal hali ve ironik anlatımıyla Elmar Imanov bu kısa filmle zihnimize sıkı sıkıya kazınıyor.