Takashi Miike Japon sinemasının izleyiciyi fenalaştırma markası. Takip ettiği ekolden ya da hikayelerinden çok insanın içinin çekildiği sahneleriyle anılan bir yönetmen. Favori eylemleri bacak kesme ve dil mutilasyonu, Ichi The Killer ‘da da, Audition ‘da da her ikisi tatmin edici ölçüde mevcuttu. Elbette biraz daha değişik denemeler istiyorsanız Imprint ‘e bakmalısınız, başparmak tırnağının hemen arkasından kemiğe kadar sokulan uzun bir iğne sahnesi ilginizi çekebilir.
Miike bunu seviyor. Ekstremiteyi insan bedeni ve acı üzerine kurgulamak onun için bir iletişim şekli. Öykünün bütünü içinde acıyı çeken bir tek kişinin, izleyen kalabalık için dakikalarca merkez haline gelmesini, herkesin onunla empati kurabilmesini… Zannımca sinirlendirmeyi de seviyor, o acıyı o oyuncu çekip seti terk etmiyor ama siz başınızı çeviriyorsunuz, bakamıyor, hatta bazen salonu terk ediyorsunuz. Size kanlı canlı bir hikaye anlatılıyor çünkü. Miike kendisinin rahatsız olduğu şeyleri size anlatırken sizin de rahatsız olmanızı seviyor. İzleyiciyle etten kemikten bir bağ kurarak anlatmayı… Siz sinirleniyorsunuz belki, ama o anlatmak istediğini anlatmış oluyor.
Audition yönetmenin onuncu filmi. Başlangıcı son derece nazenin, neyle karşılaşacağını tahmin etmeyen bir izleyici için bir aşk hikayesi olarak ilerliyor. Günümüzün kapitalist Japonya ‘sına sükunetle uyum sağlamış, orta yaşa yaklaşan bir adamın eşini kaybettikten 7 yıl sonra tekrar evlenmeye karar vermesi ve rüyalarının kızını bulması. Ya da bulduğunu sanması.
Audition sadece melek gibi bir kızın dünyanın en manyak insanı çıkması hikayesinden ibaret değil elbette. Diğer tüm filmlerinde olduğu gibi Miike ‘yi rahatsız eden gerçeklikleri içeren bir sistem eleştirisi. Paralı bir adam, evlenmek istediği zaman arkadaşından gelen bir fikir üzerine bir “dizi seçmesi” tezgahıyla karşısına yüz tane kadını dizebiliyor. Kadıncağızlar seçilebilmek için türlü maharetler dökerlerken, karşılarında iki tane orta yaşlı adam, niyetlerini hiç belli etmeden soğuk gözlerle onları seyredebiliyor. Aralarından biri için “hmm, bu güzelmiş, bir yemeğe çıkarayım bakalım” diyebiliyor. Bugünün dünyasında bu mümkün değil mi?
Çünkü biz seçilmek zorundayız. Erkek seçecek, biz de seçilebilmek için iyi olacağız, güzel olacağız, efendi olacağız, genç olacağız.
DERİNE, DAHA DERİNE…
Herkesin kendine ait değerleri vardır. Hayatın düzeni içinde düzenli bir hayat isteyen bir figür için aşık olma kriterlerinin bu değerler yönünde olacağı kuvvetle muhtemel. Hele ki gelin genç ise! Beyaz melek seçildiğinde kalbi heyecanla atmaya başlayan Aoyama için geri sayım başlıyor. Birkaç haftalık flörtten sonra evlenme teklif edeceği haftasonu tatilinde aniden kaybolan Asami ‘nin birkaç gün sonra evinin salonunda ortaya çıkıvermesi saatin Aoyama için tam tersine döndüğünü açık ediyor. Felç iğnesini diline yaptıktan hemen sonra meramını açıklıyor seçilmiş melek: “Siz erkekler böyle seçmeler düzenleyip bir yerlere gelmek isteyen kızları kullanıyorsunuz. Hepiniz aynısınız…”
Miike ‘nin uzun iğneleri yine sahnede. Karnına, gözkapaklarının hemen altına… Batırırken “Krikrikrikrikri” diyor Asami büyük bir zevkle, Japonca ‘da derine, derine, derine demekmiş.
Miike ‘ye Audition ile mizojini eleştirileri çok yapıldı. Dışarıdan masum güzeller güzeli bir genç kız görüntüsündekinin, şeytanın aklına gelmeyecek işkenceler yapan bir yaratık olduğunu anlatmak neye hizmet eder, “Kadın dediğin şeytandır” a değilse?
Oysa mesele bundan çok daha derin. Geleneksel erkek baskınlığına oldukça post-modern bir başkaldırı var öncelikle: Nerede o eski Japonya hayıflanmalarında, “Kadın dediğin seçilmeli” düşüncesi hala mevcut. “Kadın dediğin sesli gülmez.” … “Japonya bitmiş mirim.” karşısında “Yoo, niye seçilecekmişim? Hem seçip de ne yapacaksın?”
Ve daha da ötesi: “Vay vay, bana sonsuz mutluluğu mu bahşedeceksin? Sen benim neler yaşadığımı biliyor musun? Sen mi yaralarımı saracaksın?”
Evet, kusursuz gelinini hem de beyaz elbisesiyle bulduğunu sanan Aoyama, tam da bunu hayal ediyor. O haftasonu Asami ‘nin ortadan kaybolmamış olmasını, uyandığında yanında olup “Dizinin değil ama muhteşem bir hayalin kahramanı oldum!” diyerek mutlu olmasını istiyor. Seçen yine o olmak istiyor.
Fakat Miike ‘nin başkaldırısı buna gülüp geçiyor. ‘Beyimiz seçecekmiş, ha? Bir süre kızı tanıyacakmış. Onu umutlandıracak belki, sonra hoşuna gitmeyen bir tarafını mı gördü, “Asami, kusura bakma, biz birbirimize uygun değilmişiz…” Kusursuz gelini o kadar da kusursuz değilmiş, kusurları varmış…’
Hayır öyle olmayacak! Kusursuz gelinin karşıtı senin ve tüm toplumun kanıksadığı gibi kusurlu gelin filan olmayacak. Mükemmelliğin zıddı kusurluluk değil bir canavar olacak. Bacak kesen, kan fışkırtmayı seven, bunu yaparken espriler yapan. Bir de bunu tat bakalım!
Sadece sevişirken mi “Daha derine, daha derine!” diyecek bir kadın? Belki de akupuntur iğnelerini gözlerinin hemen altına batırırken bunu zevkle söyleyecek! Ne o, hoşuna gitmedi mi?
Filmin konusu ve özellikle verdiği mesaj merak uyandırıcı. İşkence sahnelerini izleyebileceğimi zannetmiyorum. Ama bunun için zorlayacağım.