Adını duymadığımız karanlık suların derinlerinden bir masal, adım adım gerçek dünyanın içine doğru ilerliyor. Önce bakıp görmeyi, anlamayı, duyumsamayı öğreniyor; sonra dokunmayı, anlamayı ve hiçbir kelime olmaksızın konuşmayı…
1960’larda bir araştırma merkezi, dünya üzerinde eşi benzeri bulunmayan ve insana benzemesiyle tüm dikkatleri üzerine çeken yeni bir tür canlı keşfeder. İncelenmesi için merkezdeki özel bir havuzda tutulan canlı, merkezde çalışan hizmetlilerden birinin de gözünden kaçmamıştır, Elisa (Sally Hawkins). O, kendini bildi bileli dilsiz, fakat çok zeki bir kadındır. Tek başına yaşadığı apartman dairesinde komşusu Giles (Richard Jenkins) ve aynı merkezde çalışan, yakın arkadaşı Zelda (Octavia Spencer) ile kelimelerin olmadığı, ama iletişimin her daim samimiyetle sürdüğü bir hayatı vardır. Elisa, sesinin eksikliğini kalbiyle tamamlar; bu yüzden his ve duygu dünyası bambaşka, hayal gücü uçsuz bucaksızdır. Nitekim bu dünya bir gün, türünü bile bilmediği bir canlıya kapılarını aralar. Ve Elisa, hiç ummadığı bir anda, adını koyamadığı, sıcacık bir duyguya teslim olur. Ne var ki sözde bilim insanlarının farklı amaçları ve prestiji her şeyden üstün tutan, acımasız yaklaşımları vardır. Bir masal canavarını andıran yaratık da bu katı yüreklilerden nasibini alır. Gönlü buna daha fazla el vermeyen Elisa, gözünü karartır ve bir gece, yaratığı kaçırır. İşte bundan sonra insanlık, vicdan, hırs ve öfke arasında şiddetli bir çatışma başlar. Her masal gibi bu kurgunun da mutlu sonla bittiğine inanmak, bizlere kalmıştır.
2017 yılında ilk gösterimlerini yaptığından bu yana büyük ses getiren, masal tadındaki The Shape of Water, usta yönetmen Guillermo del Toro’ya da 2018’de En İyi Yönetmen Oscar ödülünü kazandırmıştır. Bunun yanı sıra En İyi Film, En İyi Film Müziği, En İyi Yapım Tasarımı gibi ödüllerin de sahibi olan film, akıllardan çıkmayacak bir soruyla masalını sonlandırıyor: Eğer insan olmadığını iddia ettiğimiz bir şeyi kurtarmazsak, bu durumda biz insan olabilir miyiz?