Günlerden Cuma’ydı, sabah 5.45 suları gözlerimi açtım, zihnimi ise ancak tren istasyonunda trenimin hangi platformdan kalktığını bulmaya çalışırken açtım. Önceden almış olduğum ve yaklaşık €20 daha uyguna getirdiğim tren biletinin (€19′ya http://www.thetrainline-europe.com/ dan) saati maalesef çokça erkendi. €20 katlanmaya değer bir paraydı, yapacak şey yok uykudan uyandık:) Ekspres trenle 1.5 saatte Floransa’dayım. Trende bir gün önce trenini kaçırıp 20 küsür saat istasyonda beklemiş bir Amerikalıyla tanışıp, tren saatlerinin öyle sık olmadığını da öğrenince miskinlik yapmadığıma şükrettim…Airbnb’den ayarladığım odama eşyalarımı atıp hemen şehri turlamaya başladım.
Önce güzel bir kahvaltı, şehre girdiğimde karşıma çıkan koca Floransa Bazilika’sının karşısında hem de…
Bazilika o kadar büyük ki tek karede tamamını görüntülemek pek de mümkün değil gibi!
Floransa’da en hoşuma giden şey; dar ve çiçekli sokaklar ve panjurlu pencereler…
Trattoria’lar…
Gelateria’lar…
Ve kapı tokmakları…
Sonrasında görülmesi ‘mutlaka’ gerekli olan Piazza Della Signoria’ya gidiyorum Davut heykelini görmeye. Heykelin orijinali müzenin içinde bekliyor fakat fotoğraf çekmek yasak. Replikasının bile ne kadar detaylı olduğuna dikkatinizi çekmek isterim, Michelangelo’nun başyapıtına yaraşır cinsten…
Meydanda sizi bekleyen şaheserlerden bir kaçı daha:
Diyorum ki madem bu kadar Michelangelo’ya hayran kaldım, evini de göreyim. Tabi nehrin karşısına geçerken Ponte Vecchio köprüsünü kullanarak 1 taşla 2 kuş vuruyorum. Ponte Vecchio romantik duruşuyla beni benden alıyor. Çek bi fotoğraf diyorum, çektiriyorum:)
Bu da Ponte Vecchio’nun üzerinden…
Araya bu güzellik giriyor.
Michelangelo House’a çıkmak o kadar da kolay değil; merdivenler, merdivenler ve merdivenler çıkmak gerekiyor… Ama çıktığınıza kesinlikle değiyor, Floransa ayağınızın altında!
Yolculuk sonrası hiç dinlenmeyip, güneşin alnında bu kadar yürüyünce, eve gidip dinlendikten sonra tekrar çıkma kararı alıyorum. Ancak yol üstündeki sevimli cafe dikkatimi çekiyor. Bir de üzerine bruschetta ile Spritz’in €5 olduğunu görünce burada bir soluklanıyorum…
Dinlendiğim kısacık aradan sonra yine sokaklardayım. Hedefim Boboli bahçeleri… Bunun için tekrar köprüyü geçmeli ve girişini bulmalıyım. Haritaya göre Boboli’nin çok yakınlarında olmama rağmen giriş olmadığını görüyorum. Tam o esnada Türkçe konuşmalar dikkatimi çekiyor ve hemen konuya dahil oluyorum. İki öğrenci gençle tanışıyorum ve onların rotasını takibe karar veriyorum. Ellerinde haritalarla sokak sokak tarama yapmaya çalışırken, bendeki citymaps2go uygulamasını görüp,bir de internetsiz çalıştığını duyunca gözleri ışıldıyor:) Kendilerini takip edip Forte di Belvedere’ye çıkıyorum. İyi ki çıktım diyorum; Human adlı sergiye denk geliyorum ve bir kez daha Floransa manzarasına 270 dereceden bakmış oluyorum. Sergi 27 Eylül 2015′e kadar görülebilir, gideceklere duyurulur…
Heykelleri görünce tek yapmak istediğim baş duruşu oluyor:) 9 aydır yoga dersleri alan ben, en mutlu olduğu challenge olan baş duruşunu orda yapmaya kalkınca, güvenlikler önce heykele bir şey yapacağımı zannediyorlar.Durumu anlayınca gülümsüyorlar. Boboli bahçelerinin girişi için €10 istendiğini öğrendikten sonra derhal bu girişimden vazgeçiyorum. Sonuçta maximum 1 saat geçirececeğim ve açıkçası bahçenin paralı olması da saçma geliyor…
Fotoğrafları çeken arkadaşlara elveda diyip, güzel bir yemek yemek üzere Floransa meydanlarına atıyorum kendimi. Yemek için bu kez ne pizza, ne makarna yiyeceğim; risotto deneyimlemek istiyorum. Bazilikanın yakınlarında güzel bir restoranda yarım litre beyaz şarap eşliğinde porchini mantarlı risotto istiyorum. Ve bu yemeğe ödediğim meblağ €16 civarında. İşin en enteresan tarafı TR fiyatlarına göre 1 kadeh şaraba vereceğim parayla 4 kadeh falan içiyorum sanırım. Kalktığımda gayet iyi hissediyorum:)
Floransa’dayken hiç dondurma yemiyorum, tatlı hakkımı tiramisudan yana kullanmak istiyorum. Sokakta tanıştığım bir Floransalı’dan tavsiye alarak (hatta bizzat kendisi götürüyor), oranın en eski restoranlarından birinde tiramisu yiyorum. Şunu söylemeyeliyim, hayatımda yediğim en güzel tiramisu olmakla kalmıyor, en güzel tatlı da oluyor. O nedenle size bu restoranın ismini vereyim de mutlaka giderseniz uğrayın: Giubbe Rosse. Yine bazilika civarında görebileceğiniz 100 küsur yıllık bir restoran. Giderseniz benim yerime de yiyin;)
Toscana’nın güzeli, Floransa’dan aktaracaklarım bunlar. Bir sonraki durağımda çok ilginç şeyler yaşadım, sabırsızlıkla klavyenin tuşlarına basmayı bekliyorum:)
Roma için buraya , daha fazlası için “Dünya Kaç Bucak?“a!