-Ailen senin için en iyisini istiyor.
-Onlar benim için en iyisinin ne olduğunu bilmiyorlar ki.
Ma Vie En Rose (1997)
Yetişkinlerle çocukları birbirinden ayıran özellik nedir? Yaşları mı? Dert ettikleri meseleler mi? Dünyaya hangi gözlerle baktıkları mı? Freudyen bir bakışla bakarsak bu sorulara, çocukları hiçbir zaman kendilerinden ve isteklerinden ödün vermeyecek vahşi bir yaratılışa sahip varlıklar olarak görebiliriz. Yetişkinler bilmedikleri şeylerden korkarken; çocuklar bilmedikleri şeyleri daha çok merak eder ve üstüne giderler korkusuzca. Dünyaya bakış açıları korkusuzluktan gelir. İşte asıl farkları budur. Ta ki, yetişkinliğe adım atmaya başladıkları ve kendilerini bastırdıkları zaman gelip kapılarını çalana kadar…
1- Dope (2015, Rick Famuyiwa)
Los Angeles kenar mahallelerinden birinde yaşayan Malcolm (Shameik Moore), Jib (Tony Revolori) ve Diggy’nin (Kiersey Clemons) bulundukları çevreyle yaşadıkları uyum sorunlarını mizah yoluyla anlatmaya çalışan Dope (2015); eğlenceli üslubuna rağmen, anlatmak istediği azınlık sorunlarına izleyicinin ciddi bir bakış atmasına neden oluyor. Siyahilerden oluşan bu kenar mahalledekilerin yaşam tarzlarından uzak olan bu üç arkadaş, hayatlarına bambaşka bir yön vermek isteseler de toplum baskısından kurtulmak onlar için hiç de kolay olmayacaktır.
2- Mon Oncle Antoine (1971, Claude Jutra)
Hayatını cenaze işleri ile ilgilenerek kazanan Antoine ve eşi Cecile, ergenlik çağına henüz giren Benoit’ya küçüklüğünden beri göz kulak olmakla sorumludurlar. Yılbaşı zamanı gelip çattığında, karlı havanın büyüleyici etkisi korkutucu bir hâl alacaktır. Uzak bir kasabada ailesi ile birlikte yaşayan genç bir çocuğun ölümü üzerine Benoit’nın, Antoine amcasına cenaze işlerinde yardımcı olmak için kendisini kanıtlaması gerekmektedir. Benoit, Antoine amcasına korkusuzluğuyla, kendi yaşamını sorgulatarak hepinizi şaşırtacak bir cesarete ve hayal dünyasına sahiptir. Kanada’nın Quebec bölgesinde geçen Mon Oncle Antoine (1971) görselliği ile sizi üşütürken, hikâyesi ile içinizi ısıtacak.
3- Toto Le Héros (1991, Jaco Van Dormael)
Belçika’da bir hastanede henüz doğmuşken çıkan yangında başka bir bebek ile karıştırılsaydınız ne mi olurdu? İşte bu film olurdu. Sahip olmanız gereken hayatı karşı komşunuzun çaldığını bilerek sürdürülen bir yaşam ne kadar normal olabilir sorusunu sordurtan Toto Le Héros (1991), yönetmeni Jaco Van Dormael’in de katkılarıyla yaşattığı duygular sayesinde izleyiciyi büyülüyor. Thomas, sadece kendisinin sahte olduğunu bildiği bir hayatta yaşayan ve kız kardeşi Alice’e âşık olan küçük bir çocuktur. Zaman geçtikçe Thomas fark edecektir ki, yalnızca ailesi değil, sevdiği kız ile birlikte hayalini kurduğu hayat da çalınmıştır. Ölene kadar bu büyük hayal kırıklığıyla yaşayan Thomas için üzülmeye, aynı zamanda da gülümsemeye hazır olun.
4- 1981 (2009, Ricardo Trogi)
Kendi çocukluğundan yola çıkarak yaptığı 1981‘in (2009) yönetmenliğini ve senaristliğini üstlenen Ricardo Trogi’nin, listedeki diğer çocuklara göre daha basit sorunları vardır. Ricardo, maddi sorunları olan bir aileye sahiptir. Ailesi ile birlikte yeni bir eve taşınan ve yeni okulunda arkadaş bulma sorunları yaşayan Ricardo, bir yandan da statü ve maddi nedenlerden kaynaklı utandığı ailesiyle baş etmeye çalışır. Filmin konusu sıradan gibi görünse de Le Petit Prince’in ve Nazilerin olaya dâhil olmasıyla hayal gücü yüksek bir film izleme imkânı bulmuş oluyoruz. Quebec sinemasının bir diğer eğlenceli örneği olan 1981 ile belki de kendi çocukluğunuzu hatırlayabilir, 80’li yıllara olan özleminizi giderebilirsiniz.
5- The Kings of Summer (2013, Jordan Vogt-Roberts)
Çocukların ne kadar ileri gidebileceklerine The Kings of Summer (2013) ile tanık olabilirsiniz. Hatta bu filmi gördükten sonra kendi çocuklarınızdan ya da etrafınızdaki çocuklardan korkmaya başlayabilirsiniz. Joe (Nick Robinson) ve Patrick (Gabriel Basso), çok yakın arkadaşlardır; bu iki arkadaşın da kendilerini ailelerine ve yaşadıkları yere ait hissedememe gibi sorunları vardır. Bir gece Joe, hoşlandığı kızı görmek için kaçarak gittiği partide çıkan olayların ardından, tuhaf bir çocuk olan Biaggio (Moises Arias) ile birlikte kimsenin bilmediği bir orman bulurlar. Bir süre sonra Joe, Patrick ve Biaggio’yu o ormana ev inşa edip hayatlarını orada geçirmeye çalışırlarken buluruz. Hayatta kalma mücadelesi, aşk, arkadaşlık ve hayal kırıklıklarıyla dolu olan The Kings of Summer; Nick Offerman, Megan Mullally ve Marc Evan Jackson gibi oyuncuların da katkılarıyla rengârenk bir film hâlini alır.
6- Welcome to the Dollhouse (1995, Todd Solondz)
Welcome to the Dollhouse (1995) kadar gerçekçi ve karamsar bir ergenlik filmi ile daha karşılaşabileceğimizi hiç sanmıyorum. Henüz ortaokulda olan Dawn Wiener (Heather Matarazzo), kendi ailesi de dâhil olmak üzere herkes tarafından aşağılanan, kimsenin sevmediği bir kızdır. Filmde “Keşke Dawn’ı yok saysalar da, artık acı çekmese!” deme aşamasına kolaylıkla geliriz. Filmin yönetmeni Tod Solondz’un, Wiener-Dog takıntısının başlangıç noktasının Welcome to the Dollhouse olduğunu da bu filmi izleyince anlayabilirsiniz.
7- What’s Eating Gilbert Grape (1993, Lasse Halström)
Bir Peter Hedges romanı uyarlaması olan ve yönetmenliğini Chocolat (2000), The Cider House Rules (1999) gibi filmleriyle tanıdığımız Lasse Halström’ün üstlendiği What’s Eating Gilbert Grape (1993), izleyiciye güzel bir aile draması sunuyor. Ergenlik çağında ailesinin ve engelli kardeşi Arnie’nin (Leonardo DiCaprio) tüm sorumluluğunu üstlenip erkenden büyümek zorunda kalan Gilbert (Johnny Depp), dışarıdan büyümüş gibi görünse de zaman zaman içindeki çocuğun patlama yaşamasına engel olamayacaktır. O da yaşıtları gibi üniversiteye gitmelidir, âşık olmalıdır ve hayatını yaşamalıdır. Ama omuzlarındaki yük, kendi isteklerinden daha ağır gelecektir.
8- Boy (2010, Taika Waititi)
Yeni Zelanda’da kardeşleri ve büyükannesiyle birlikte yaşayan, sıkı bir Michael Jackson hayranı olan Boy’un (James Rolleston) hayatı bir gün para peşinde gezen babası Alamein (Taika Waititi) ve arkadaşlarının çıkıp gelmesiyle karışacaktır. Boy, hayalinde canlanan baba figürüyle gerçeğinin tutmadığını zamanla zor da olsa görecek ve büyük hayal kırıklıkları yaşayacaktır. Eğlenceli anlatımıyla izleyiciyi çocukların fakir ama saf dünyasına götüren Boy (2010), bir çocuğun sahip olabileceği hayal gücüyle hem güldürecek hem de üzecek.
9- This Boy’s Life (1993, Michael Caton-Jones)
Başrollerinde Leonardo DiCaprio, Robert De Niro ve Ellen Barkin’in yer aldığı This Boy’s Life (1993), 1950’li yıllarda annesi ile yerleşik bir hayata sahip olamayan Toby’nin küçük yaşlarda başlayan yaşam mücadelesini konu ediniyor. Bir gün annesi Caroline’ın Dwight adında biriyle tanışması ve evlenme kararı alması üzerine hayatı değişen Toby, adeta üvey babası Dwight ile imtihan ediliyor. Toby’yi adam edeceğini iddia eden ama aksine her şeyi mahveden Dwight’tan kurtulmak, Toby ve Caroline için hiç de kolay olmayacaktır.
10- Fucking Amal (1998, Lukas Moodysson)
İsveç sinemasından tanıdığımız Lukas Moodysson’un yönetmen ve senartistliğini üstlendiği Fucking Amal (1998), İsveç’in Amal isimli küçük bir kasabasında yaşayan birbirinden çok farklı iki genç kızın kesişen hayatlarını anlatır. Agnes (Rebecka Liljeberg), asosyal olan ve cinsel kimliğini keşfetmesinin ardından bunalıma girecek seviyeye gelen bir gençken; Elin (Alexandra Dahlström) popüler ve okulundaki erkeklerin gözdesi olan bir kızdır. Agnes’in doğum gününe hiç kimsenin gelmeyip, âşık olduğu kız olan Elin ve kardeşinin sırf alay etmek için gelmesi üzerine işler karışacaktır. Elin’in küçük bir şaka olarak Agnes’e verdiği öpücük ikisinin de aklını karıştıracak ve iki genç kızı hiç düşünmedikleri yerlere götürecektir. Filmin masumane anlatış tarzını, özellikle çikolatalı süt sahnesinde çok sevecek ve çocukların cesaretine hayran kalacaksınız.
11- Tomboy (2011,Céline Sciamma)
Her şey, ebeveynleri ve kız kardeşiyle birlikte yeni bir yere taşınan on yaşındaki Laure’nın (Zoé Héran), kendisini arkadaşlarına bir erkek olarak tanıtmasıyla başlar. Zamanla bir kıza âşık olan Laure, olayı kendisinin de tahmin etmediği yerlere taşıyacak ve sonunda işin içinden çıkamaz hale gelecektir. Tomboy (2011) çocuklarını gerçekten seven bir aileye sahip olduğu için çok şanslı olduğunu düşündürten Laure’nın, maceralarını ve kendisini herkese kabul ettirmeye çalışmasını, çocukların dünyaya karşı saf bakışlarıyla bizlere gösteriyor.
12- Ma Vie En Rose (1997, Alain Berliner)
Yalnızca kendisi gibi olduğu için hor görülen ve trans bir çocuk olan Ludovic (Georges Du Fresne), neleri sevdiğini çevresine anlatmakta belki de en çok zorlanan çocuk olabilir. Tanrı’nın yanlışlıkla ona Y kromozomu verdiğini düşünen Ludovic, ne yaparsa yapsın bir türlü kötü gözleri üzerinden atamayacaktır. Yedi yaşlarındaki bir çocuğa, herkesin onu erkek sanması için rol yapmak zorunda bırakan mahalle baskısı, eminim hepinize bir yerlerden tanıdık gelecektir. Zaman zaman izleyiciyi fantastik bir dünyaya sürükleyen Ma Vie En Rose (1997), Ludovic’in gözleriyle dünyaya pembe bir bakış atmanıza neden olacak.
joe ( 2013 ) te listeye girebilirdi