Sen Güneş’sin. Güneş hareket etmez. Yaptığı budur. Sen de Dünya’sın. Dünya başlangıç için burada, sonra Güneş etrafında hareket eder. Şimdi de bizim gibi basit insanlar için bir açıklamamız olacak. Ölümsüzlüğü dahi anlayabileceğiz. Sizden tek isteğim; benimle sabitliğin, sessizliğin, barışın ve sonsuz boşluğun egemen olduğu uçsuzluğa adım atmanız. Hayal edin, bu sınırsız gürültülü sessizliği, her yer zifiri karanlık. Burada sadece genel devinimi yaşayacağız. İlk olarak; şahidi olduğumuz olayları önemsemeyeceğiz. Güneşin en parlak ışınları, Dünya’nın hep bu tarafını ısıtır ve aydınlatır ki az önce de tam bu tarafa döndü. Biz de parlaklığında dururuz, burada. Bu da Ay. Ay, Dünya’nın etrafında döner. Ne oluyor? Aniden Ay’ın yörüngesinin, Ay’ın yörüngesinin, Güneş’in yanan topunun üstüne girinti yaptığını görürüz. Bu girinti, karanlık gölge giderek büyür, büyür. Daha da örtüyor, daha da, yavaşça sadece Güneş’in ufak hilal parçası kalıyor, göz kamaştıran hilal. Bir sonraki esnada, bir sonraki esnada; öğleden sonra bir civarında diyelim, en dramatik oluşum meydana geliyor. O anda hava aniden soğuyor. Hissedebiliyor musunuz? Gök kararıyor, sonra her şey karanlığa batıyor. Köpekler uluyor, tavşanlar çömeliyor, geyikler telaş içinde kaçıyor, kaçıyor, dehşet içinde koşuyor. Bu akıl sır ermez tozda, kuşların bile, evet kuşların bile kafası karışıyor ve tünüyorlar. Sonra…ve sonra derin sessizlik. Her şeyin içinde hâlâ yaşam var. Tepeler çökecek mi? Cennet üzerimize mi düşecek? Dünya altımızdan açılacak mı? Bilmiyoruz. Bilmiyoruz, bize hücum eden tam tutulmayı. Ama yersizdir korkmak. Bitmedi. Güneş’in yanan kütlesinde Ay yavaşça süzülüp geçer. Ve Güneş tekrardan, Dünya’ya doğru patlar ve parıltı tekrar ulaşır. Sellere karşı Dünya’yı ısıtarak kurtarır. Derin duygu herkesin içine işler. Karanlığın ağırlığından kaçarlar.
Macar sinemasının en ünlü yönetmenlerinden Béla Tarr’ın Werckmeister Harmonies (2000) filmi bu muhteşem repliklerin yer aldığı sahne ile açılır. Yalnız ve saf kahramanımız Valuska sarhoş bir grupla beraber meyhanededir. Barmen’in “Saat 10 kapatıyoruz.” demesi ile beraber, grup Valuska’ya “Göster bize!” der. Gösteri Dünya ve Ay’ın Güneş çevresinde dönmesini temsil eden küçük bir sahnedir. Ay, Dünya ile Güneş arasına girince bir tam tutulma yaratılır ve sonra Ay yavaşça uzaklaşınca ışık ve ısı geri gelir.
Ve son olarak “Karanlığın ağırlığından kaçtılar.” sözü ile meyhanedeki herkes Dünya ve Ay’a katılır, Güneş’in çevresinde döner ve geri gelen ışığın ve sıcaklığın tadını çıkarır. Metaforik anlatılarla dolu Werckmeister Harmonies’in bu etkileyici giriş sahnesi filmin akışında herhangi bir yere sahip değildir. Sonra bu meyhaneye hiç geri dönmeyiz, hatta ritüele katılan kasaba halkı ile bir daha karşılaşmayız. İlk sahne belki de bize sadece umudunuzu kaybetmeyin der. Tutulma olayı ile gelen soğukluk ve karanlık, Ay’ın uzaklaşması ile kaybolur, tekrar aydınlık gelir ve hiçbir şeyin sonsuza kadar kararmadığını görürüz, umut ışığı geri dönmüştür.
Werckmeister Harmonies’te Valuska ile beraber biz de bir umut arayışına düşüyoruz. Toronto Film Festivali’nde bir izleyicinin Béla Tarr’a “Umut bu filmin neresinde?” diye sorması üzerine; Tarr şu cevabı verir, “Umut bu filmi izlemiş olmanızdır.”
Kusursuz bir sinematografiye sahip olan ve güçlü siyah-beyaz kontrast kompozisyonun baskın olduğu Werckmeister Harmonies’in en dikkate şayan özelliği kamera hareketleri. Filmde düzenli olarak karakterler arasında dolanan uzun kamera hareketleri görürüz. Kameranın her hareketi karakter eylemince güdülenir ve karakter gözden kaybolsa bile kamera hızlıca onun yörüngesini yakalar. Bay Eszter ve Valuska’nın caddede yan yana yürüdükleri sahne tam iki dakika otuz saniye sürer. Bu iki buçuk dakika içerisinde karakterler sadece otuz saniye konuşur, geriye kalan sürede sadece uyumlu ritmik ayak sesleri duyarız. Bela Tarr derin, uzun ve sessiz sahneleri ile bizi bir sonraki sahneye hazırlar. Tarr’ın imzası niteliğinde olan bu sahneler kendinden sonraki ve önceki diyalogların içine girmemize ve karakterler ile özdeşlik kurmamıza olanak sağlar. Muhtemelen filmin en güzel sahnelerinden biri olan bu uzun ve sessiz yürüyüş sahnesinin bir benzerini Gus Van Sant Gerry (2002) filminde kullanarak, Bela Tarr’a saygısını sunar.
Film, Valuska’nın yürüdüğü o ıssız sokaklar gibi, karanlık, soğuk, çatışmacı. Tarr, bizi ıssız sokaklar ile çevrilmiş bu zamansız ve yersiz kasabanın tam ortasında vicdanımız ile baş başa bırakıyor. İçimize işleyen sessizliği, düzeni kasabaya gelecek bir sirk haberi sarsar. Sirk daha şehre ulaşmadan, kaos çökmüştür. Hiç yüzünü görmediğimiz bir Prens ve devasa büyüklükte bir balina kasabanın orta yerine yerleşir. Kasaba halkından biraz daha farklı olan Valuska, bazen bilge tavırları bazen de saflığı ile bize Reha Erdem’in Kosmos filminden tanıdığımız Battal’ı hatırlatıyor. Yozlaşmış çoğunluğun içinde saf ve masum kalabilmeyi başarmış iki ana karakter, mistik havaları ile bu dünyanın ötesinde bizim göremediklerimize ulaşıyor. Hiç yüzünü görmediğimiz Prens’i Valuska duyar, görür ve anlar. Ama hiç kimseye ulaşamaz. Artık karanlık, aydınlığın üzerine geçer, kaos başlar.
Werckmeister Harmonies senaryosu Krasznahorkai’nin 1989’da yayımlanan romanı Direnişin Melankolisi’nin ikinci kısmına dayanır. Kitabın yayımlanma tarihine baktığımızda Berlin Duvarı’nın ve dolayısıyla Macaristan ve diğer Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist rejimin yıkılış tarihinde denk gelir. Hem kitapta hem de filmde dönemin somut tarihsel olayları ışığında, insanların düş kırıklıklarını politik terimler ile değil, aşırı duygusal tepkilerinden, öfkelerinden, bakışlarından anlarız. Valuska’nın perde arkasında duyduğu Prens’in şu sözleri, gelecek kaosun ilk kıvılcımı olur.
Bütün hiçbir şey. Tamamen harabe. Kurdukları ve kuracakları, yaptıkları ve yapacakları, düş kırıklığı ve yalan. Yapım halinde olan her şeyin yarısı tamamlanmıştır. Harabede ise her şey tamdır. Düşündükleri saçma! Düşünüyorlar çünkü korkuyorlar, ve o korkan, hiçbir şey bilmiyor. (…)
Prensin ideoloji yıkma arzusuna odaklanır. İdeolojisi uğruna yıkımı haklı görenler, haklı olup olmadıklarına bakmaksızın arzularını kendi emellerine mal ederler. Sirkin en cazip öğesi balina ile simgelenen budur. Gerçekten büyük olan bir şeyi göstererek insanları onun çevresinde toplar, eğer doyumsuzlukları yeterince fazlaysa insanlığa sunulan ideoloji ne olursa olsun onun peşinden gidebilir. Kalabalık ve yıkım artık başlamıştır. Kasabanın dinginliği yerini kırıp dökme, linçle ilerleme ve kargaşaya bırakmıştır. Kalabalık hastaneye ulaştığında, her şeyi yıkıp, hastaları döverken, duşta çıplak ve yaşlı bir adam bulurlar. Bu çıplak yaşlı bedenin görünümü öfkelerini soğutur ve geri dönüp hastaneyi terk ederler. Tarr belki de aradığımız umut ışığını bize burada göstermeye çalışıyor. Ancak şiddetle ilerleyen bir kargaşa ve yıkım, gerçekten masumiyet karşında böyle bir vazgeçişiz yaşar mı?
Bela Tarr her ne kadar Nihilist bir yönetmen olsa da ve bunu filmlerinde bizi hissettirse de Werckmeister Harmonies’te bir umut ışığı bırakıyor. Prens’in kasabaya saldığı saldırgan topluluk hastanedeki savunmasız insanlara saldırırken, yozlaşmaya, insanlığın yok oluşuna şahit oluyoruz. Filmin kilit sahnelerinden olan bu hastane yağmalama sahnesinin sonunda nihilist bir yönetmen bize bir umut hediye ediyor. Ama bu umut kesinlikle inanç değil.
2001 Berlin Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ile dönen Werckmeister Harmonies, yıllarca sosyalist rejim ile yönetilmiş bir ülkenin, kaybolan düzeni, barışı, ve özgürlüğüne dair adeta sessiz bir çığlık. Prens kimdir? Tanrısızlık (!), para, sermaye, kapitalizm… Balina nedir, kimdir? Yorgun ve dondurulmuş gözlerindeki sır nedir? Prens’in yerine yıkım getiren herhangi bir dünyevi güç koyabiliriz. Kasabayı saran grilik üzerimize çöküyor, balinanın gözlerinde, ölümü, yıkımı, insanlığın yok oluşunu görüyoruz. Armonilerin şiddeti azalıyor, artık vicdanımızın sesini duyamıyoruz.
güzel yazı elinize sağlık.