Darren Aronofsky, farklı yaşam tarzlarına ve takıntılı karakterlere yabancı değildir. Tam tersine, onların etrafında bir kariyer inşa etmiştir. İlk uzun metrajlı filmi Pi (1998), matematiksel bir denklem hakkındaki fikirleri çeşitli komplolara ve kendi kendini yok etmeye yol açan paranoyak bir teorisyeni konu alır. Bir sporcunun performatif sporuna olan cezalandırıcı bağlılığı The Wrestler (2008) veya bir dansçının zanaatına yıkıcı bağlılığını konu aldığı Black Swan (2010) gibi filmlerinde de aşırı bakış açılarına sahip karakterleri işlemiştir. Aronofsky, karakterlerinin psikolojik eziyetlerini, fiziksel ıstıraplarıyla eş değer tutar ve bunları sert, cesur ve bazen pervasızca tezahür ettirir. Aronofsky, aynı doğrultuda devam ederek Samuel D. Hunter tarafından yazılmış tiyatro oyununu beyaz perdeye uyarlar ve yıllar önce partnerini kaybettikten sonra depresyona giren, aşırı yemek yiyen bir İngilizce öğretmeni Charlie’yi odağına alır.
Obezitesiyle ve yalnızlığıyla sürekli bir mücadele hâlinde olan Charlie, bir gün şiddetli göğüs ağrısıyla birlikte ölümle burun buruna gelir. Tam o anda ilginç bir şekilde kapı çalar. Kiliseye bağlı gibi görünen bir yapı olan New Life’ın fikirlerini yaymak için gelen misyoner Thomas, Charlie’yi ölümün eşiğinde bulur. Artık hayatta son dakikalarını yaşadığını düşünen Charlie, Thomas’tan Moby Dick hakkında bir pasajı yüksek sesle okumasını ister. Thomas bunun nedenini anlamasa da Charlie’nin isteğini yerine getirir. Bu yaşananların ardından onunla ilgilenecek kişi ise Charlie’nin tek arkadaşı olan hemşire Liz olur. Liz, Charlie’yi ne kadar sevse ve onun iyiliğini istese de, hikâyenin devamında onun ölüme adım adım yaklaşan yolculuğunu pasif bir şekilde izler, ona yiyecek vermeye devam eder. Bölüm geçtikten sonra Charlie, sonunun yaklaştığı düşüncesiyle birlikte, yıllar sonra ilk defa kızı Ellie’yi aramaya karar verir.Filmin neredeyse tamamı Charlie’nin dairesinde, klostrofobik bir mekânla çerçevelenmiş olarak ilerler. Nitekim bu, film yapımcılarının mekânsal ve varoluşsal yabancılaşmayı uyandırmak için sıkça başvurdukları bir taktiktir. Görüntü yönetmeni Matthew Libatique’in dairedeki akıcı manevraları hiçbir zaman dikkatleri üzerine çekmez. Ancak renk paleti kirli ve kasvetli atmosferi yansıtacak bir yerde görünür. Dışarısı bulutlu bir gökyüzüyle çevrelenmiş ve pek de neşeli olmayan yağmurla iyice kasvetlendirilmiştir. Dairenin asık suratlı ortamı, Charlie’nin vücuduna aktif olarak zehir enjekte ediyormuş gibi tükettiği ve acısını kompulsif yemek yeme yoluyla dindirmeye çalıştığı yiyecek depolarıyla vurgulanır.
“Suçluluk” duygusu film boyunca farklı durumlar aracılığıyla yankılanır: Charlie; kızını sekiz yaşındayken terk ettiğinde, sevgilisi Alan’ı kurtaramadığında, aşırı yemek yiyerek kendine zarar verdiğinde hep suçluluk duygusuyla yüzleşir. Genel olarak suçluluk, film boyunca birçok kez ana karakterlerin çoğu tarafından gösterilir. Kiliseden para çaldığını kabul eden ve o zamandan beri ailesinin “gazabından” korunmak için kaçan Thomas ya da kızları Ellie’nin nasıl olduğu konusunda büyük payı olduğunu düşünen, Charlie’nin eski karısı Mary gibi.
Charlie’nin obezitesi ve sürekli yemek yemek istemesi, suçluluğun hayatımızda oynadığı rol için görsel bir metafor teşkil eder. Charlie kanepesinden kalkmak, nefes almak, hareket etmek, yemek yapmak ve hatta desteksiz yürümek için mücadele eder. Duygulara sahip olmak için bile mücadele eder. Çoğu kez bir kahkahanın ortasındayken Charlie’nin öksürmeye başladığı ve mutluluğun tadını bile çıkaramadığı gösterilir. Ağırlığı hayatındaki her şeyi, hareket etme, duyguları hissetme ve hatta yaşama yeteneğini yok etmiştir. Genel olarak suçluluk bizi depresif, yorgun, yatalak ve eski benliklerimizin bir kabuğu hâline getirebilir. Tıpkı Charlie’nin ağırlığı gibi üzerimize yük olabilir ve mutluluk gibi herkesin erişebilmesi gereken duyguları hissetmekten bizi alıkoyabilir. Bu filmde birçok kez Charlie insanlara iğrenç olup olmadığını sorar. Bu aynı zamanda suçluluk duygusunun bize hissettirebileceği bir şeydir. Kimse tarafından görülmeyi veya sevilmeyi hak etmeyen iğrenç, korkunç bir insan gibi hisseder. Charlie’nin obezitesi ve bunun sonucunda vücuduna binen taşıyamayacağı kadar aşırı yük, suçluluğun insanlara nasıl hissettirdiğinin görsel bir yansıması olarak vurgulanır.Suçluluk ve pişmanlık duygusundan kurtulmanın yolu ise “dürüstlük” olarak tanımlanır filmde. Charlie, öğrencilerine verdiği ödevden bahsederken onlardan olabildiğince açık olmalarını ister. Gördüğü son derece şeffaf ve dürüst yazıları okuduktan sonra da “Okul önemli değil. Notlar veya bu ödev önemli değil. Yazdığınız bu dürüst ve içten şeyler, işte bunlar önemli” diyerek aslında hayatı başkaları tarafından yargılanan etik çerçevelerle yaşamaktansa, içten ve mutlu eden isteklerle yaşamanın değerini vurgular. Kamerasının bozuk olduğunu söyleyerek kendini göstermeyen, pizzacıdan bile kendini gizleyen Charlie ise filmin sonunda tüm dürüstlüğüyle her şeyi dışa vurduğunda artık arınmış hisseder. Koltuk değneklerinden ve mahkûm olduğu tekerlekli sandalyeden kurtulup yürümeye başlar. Özgürleşmiştir artık. Aynı şekilde çaldığı paradan dolayı suçluluk duyan misyonerin bu pişmanlığını öğrenen ailesi de artık onu affetmiştir. Her şeyin açığa çıkması, mutsuzluklarından ve zincirlerinden arınıp özlem duyduğu eski hayatına geri dönmesi anlamına gelmiştir. Film boyunca duyulan suçluluk ve pişmanlık duygusuna yapılan sembolik atıflar, bundan kurtuluşun dürüstlük ve içtenlikle gelebileceğinin altını çizer. Yargılanmaktan veya küçük düşürülmekten korkan insanlığın geliştirdiği doğal savunma mekanizması, onları artık kim olduğundan ziyade “nasıl görünmesi gerektiğine” odaklanmasına sebep olmuştur.
Filmde özellikle misyoner Thomas aracılığıyla, din ve inanç konularına dair alt metinler bulunur. Bu tip konuların artık insanlara bazı doğru inançlar aşılamaktan, topluma iyiliği öğretmekten ziyade “kim daha çok inanınca bağlı” yarışına döndüğünü iddia eder. Aynı şekilde kendilerini inançlarına daha sadık gören insanların artık diğer kimseleri ötekileştirip küçük gördükleri bir dünyada yaşadığımıza dair mesajlar içerir. Yargılayıcı bakış açılarının insanların kimliklerini yaşamalarına engel olurken onların hayatını nasıl zehir ettiğini, bu insanların toplumu ayrımcılığa ve etik sınıfsallığa sürüklediğini vurgular.
Bu tip oluşumlara artık karşı cephe almış olan Charlie ise, kendisini değersiz görse bile etrafındaki diğer canlıları hâlâ umursamaya devam etmektedir. Kızı Ellie onun fotoğraflarını Facebook’ta yayınlamasına, onu küçük düşürmesine, veya yüzüne karşı bütün kötü sözleri etmesine rağmen Charlie’nin tek gördüğü, o cümleleri yazan sekiz yaşındaki masum kız çocuğudur. Charlie, penceresine konan kuşu beslemektedir çünkü hayat onun için anlamsız hâle gelmiş olsa da etrafındaki canlılar onun için değerlidir. Fakat Ellie içinse o hâlâ bencilce istekler sebebiyle onu yalnız bırakmış bir babadır. Kendisini terk etmiş ve şefkat göstermemiştir. Bir kuşa bile kızına vermediği değeri vermiştir Ellie’nin gözünde. Ellie için bu bir öfke patlamasına yol açar ve kuş yemlerinin bulunduğu tabağı parçalar.Tüm bunlar göz önünde bulundurularak Charlie’nin arketipsel anlamda bir “masum” tanımına uyduğu söylenebilir. Eğitimli ve sofistike olmasına rağmen, Charlie tipik olarak bu arketiple ilişkilendirilen değerlerin çoğunu sergiler. Kendi ahlakî kurallarına uyar ve sürekli doğru olanı yapmak ister. Neşesi ve uyumu başkalarına bağımlıdır. Yani bir numaralı amacı, kendisi ve başkaları için istediği mutluluktur. Aynı zamanda iyimserdir. Her zaman başkalarında iyiyi görmeyi seçer. Sadıktır ve sevdiklerine verdiği taahhütleri yerine getirir. Ve çoğunlukla dürüst ve samimidir. Bu arketipin olumsuz nitelikleri saflık, değişime direnme, başkalarını hayal kırıklığına uğratma ve inkârdır. Charlie tüm bu nitelikleri sergiler.
Arketipik “masumlar” için, insanlığın karanlığı genellikle dayanılamayacak kadar fazladır ve Charlie, örneğin kiliseden gelen bağnazlık, yalnızlık, kayıp, tecrit, nezaketsizlik ve yaklaşan ölüm gibi insanlığın birçok karanlığına katlanmıştır. Kahraman olarak işlevi, yolculuklarında başkalarına rehberlik etmek veya onları desteklemek değil; başkalarındaki iyiyi, kendilerinde göremedikleri iyiliği ortaya çıkarmak olmuştur. Bunu kızıyla başardığında, yaşamanın acısından kurtulabilir. Filmin sonu tartışmaya açık olsa da -ölümle birlikte vücudun artık hafiflediğine değinilen bir hikâyeyi de göz önünde bulundurarak- Charlie’nin bir anda vücut ağırlığının hafifleyerek uçmaya başlaması, onun artık cennete yolculuğuna gidişi olarak yorumlanabilir.