Sinematik evrenlerde sırlar binbir çeşitte karşımıza çıkabilen önemli enstrümanlar. Seyircinin bu sırlarla ilişkisi de çeşitli yöntemler ile filmle etkileşime geçişimizi tanımlıyor. Kiminde hikâyenin en başında sırra vakıf olup sinema perdesi ya da ekrana haykırıp karakterlere bilgi vermek isterken kimi zaman da hikâyenin sonu gelene, karakter sırrı keşfedene kadar biz de onlarla birlikte karanlıkta kalıyoruz. Bu konuda seçim ne olursa olsun, sırların izleyeni tetikte tutan, merak ögesini canlı kılan bir tarafı var.
Bu listede karakterlerin kendilerine ait sırlarını, başkası hakkında gizlediklerini, kimlik ve özbenlik gibi konularda sorgulamalarını içeren farklı tür ve işleyişlerde filmler derlendi. Merakını beslemek isteyen izleyiciye, yer yer tekinsiz ve gergin ancak her zaman merak uyandırıcı sırların sırtladığı seçki sizlerle.
Mænd & høns (Yön. Anders Thomas Jensen, 2015)
İki erkek kardeş babalarının ölümü sonrası onlara bıraktığı kaseti izleyip, aileleri ile ilgili gerçeği öğrenmek üzere bir adaya giderler. Adada izole bir hayat süren yeni aile üyeleri ile tanışmaları sonrası gerçekleşen bir dizi olay, gerçekleri keşfedecekleri ve kendilerini kabullenecekleri absürt, komik ve bir o kadar da olağan dışı bir yolculuğa dönüşür. Danimarkalı yönetmen Anders Thomas Jensen’in kendine has hikâye anlatıcılığının tüm izlerini taşıyan ve yönettiği tüm uzun metraj filmlerde yer alıp artık kadrolu oyuncusuna dönen Mads Mikkelsen’in yer aldığı, yanında Nikolaj Lie Kaas, David Dencik, Nicolas Bro ve Søren Malling gibi isimleri oyuncu kadrosunda gördüğümüz, enerjisi yüksek bir kara komedi var karşımızda.
Elias ve Gabriel kökleri ile yüzleşme yolunda çıktıkları yolculukta sadece gerçek ailelerini değil, bu aileye dair yıllarca gizli kalmış birçok şeyi de öğrenir. Absürt komedinin derinlemesine hissedildiği bütün etkileşimlere rağmen, yeni kardeşlerinin evlerinde keşfettikleri oldukça karanlık sırlarla, hikâyenin farklı farklı notaları olduğunu da söylemek mümkün. Ailenin daha aklıselim üyesi Gabriel’i çileden çıkaran kardeşler ve evde yaşananlar, bir geçmiş arayışı ile birlikte kendini keşif ve kabullenme üzerine de birkaç şey söylüyor. Ev yapımı peynirler, mutant hayvanlar, sıradanlıktan uzak düşünce biçimiyle kabul görmüş kuralların dışında yaşamış kardeşler, yaşadıkları ortama aniden gelen ve kardeşleri olduğunu söyleyen Elias ve Gabriel’e zor anlar yaşatıyor. Tokatların havada uçuştuğu, “normal”in ne olduğunu sorgulatacak bu özgün Danimarka komedisi herkesin zevkine uyar mı bilinmez ancak oldukça ilginç bir seyir deneyimi sunduğu su götürmez.
Zoologiya (Yön. Ivan I. Tverdovsky, 2016)
Natasha, yaşlı annesiyle yaşayan, orta yaşlı bir hayvanat bahçesi çalışanıdır. Ne aktif bir sosyal hayatı ne de romantik bir ilişkisi vardır. Toplumdaki konumu, ataerkil sosyal kodlarla yansıtılır. İşyerindeki meslektaşları tarafından düzenli olarak zorbalığa uğrar ve evde son derece dindar bir kadın olan annesi tarafından bastırılır. Sadece annesi tarafından değil; kilise, toplum, çalışma arkadaşları, kısacası herkes tarafından her zaman baskı altında tutulmuştur ve bu bağlamdaki konumunu ve rolünü çoktan kabul etmiştir. Bir gün başına gelen bir hadise Natasha’yı bu baskıyı daha da kabullenmeye iter, artık büyük bir sırrı vardır: kuyruğu.
Farklılıklara tahammülü olmayan çevresinden korkan ve bu yüzden kuyruğunu saklayan Natasha’nın Petya ile tanışması ile bu durum değişir. Ivan I. Tverdovsky’nin İstanbul Film Festivali seçkisine dahil olarak ülkemizde seyirciyle tanışmasını sağlayan filmi Zoology, naif ve kırılgan karakterinden gücünü alan ve sadece Natasha’nın sırrı ile sınırlı kalmayan sürprizlere gebe bir yapım.
Gräns (Yön. Ali Abbasi, 2018)
İnsanların duygularının kokusunu alabilen gümrük memuru Tina mesleğinde oldukça başarılıdır. Bir gün alışılmışın dışında bir yolcu ile karşılaşması Tina’nın kendine ve bildiği dünyaya dair birçok bilinmezi keşfine uzanan bir yolculuğun başlangıcı olur. Tina’nın görev başında karşılaştığı ve hemen o anda merakını cezbeden Vore ile başlayan yolculuğunu konu edinen Border, Ali Abbasi’nin İsveç-Danimarka ortak yapımı ikinci uzun metraj eseri.
Abbasi, Tina’nın sırrını keşif yolculuğu boyunca iyi, kötü, normal, doğru, yanlış, kadın, erkek gibi zıt ve tamamlayıcı kavramları işleyerek seyirciye önemli bir sorgulama alanı açıyor ve sıklıkla bu sorgulamayı pek de alışık olmadığımız noktalardan gerçekleştiriyor.
Nordik mitolojik ögeler ve gerçeküstü bağlar ile incelikle örülmüş kendine has anlatımı ve bütünlüklü görsel dünyası ile 2018 yılında Cannes Film Festivali’nde ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde ödüle layık görülen Border; hem hikaye ve oyuncuların performansı hem de İskandinav sinemasına has zengin görsel dünyası ile ilk dakikalarından izleyeni içine alan bir deneyim sunuyor.
L’Amant Double (Yön.François Ozon, 2017)
Karın ağrısı şikâyeti ile doktora giden Chloé, ağrının sebebi fiziksel olarak bulunamayınca bir psikiyatr ile görüşmeye başlar. Chloé’nin tedavisi sırasında kısa sürede terapisti ile ilişkisi romantik bir çehreye bürünür ve birlikte yaşamaya başlarlar. Ancak Chloé’nin sevgilisine dair öğrendiği bir sır ile hikâye hızla karmaşık ve bir o kadar da gerilimli bir hal alır.
François Ozon’un prömiyerini Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışarak yapan psikolojik gerilimi L’Amant Double, psikanalitik okumalar için çokça öge barındıran bir yapım. İzleyeni diken üstünde oturtan atmosferi ile ana karakterin hayatındaki sırların peşine düşerken kendine dair de bilinmeyenlere ulaştığı film; rüyayla, gerçeğin, hayalle, hayatın birbirine dolandığı bir anlatıya sahip. Karakterin arayışı içinde; ikizler, kediler, rüyalar ve daha nicesiyle bezenen anlatı kendine haslığı ile psikolojik gerilim sevdalılarına doyurucu bir örnek sunmayı başarıyor.
La Piel que Habito (Yön. Pedro Almodóvar, 2011)
Pedro Almodovar’ın oldukça olağan dışı hikâyesiyle her izleyenin harcı olmayan filmi La Piel que Habito, dahilik ve delilik sınırlarında bir doktoru canlandıran Antonio Banderas performansı ile, izledikten sonra dahi karnınızda bir yumru bırakacak cinsten. Yaşadığı kayıp ve travmaların ağırlığını taşıyan başarılı plastik cerrah Robert Ledgard kendini yenileyebilen ve nakledilebilen yapay bir deri dokusu yaratmayı başarır. Deneyini üzerinde gerçekleştirdiği Vera’ya olan hastalıklı tutkusu içinde birçok sırrı barındırmaktadır.
Ana karakterimizin deneylerini gerçekleştirdiği sterillikteki estetiğin filmin geneline yayıldığını ve mekâna sirayet ettiğini söylemek mümkün. Bedenin ve ruhun üzerinde hak iddia edilişi gibi bıçak sırtı bir konuyu işleyen ve yoğun bir Stockholm Sendromu örneği gördüğümüz filmde, açığa çıkan her sır hikâyeyi daha da rahatsız edici bir noktaya taşıyor.
Kışkırtıcı, huzursuz edici ve açığa çıkan sırların etkisi ile vuruculuğu git gide artan film, Almodovar sinemasının izlenenleri arasında yer almayı hak edecek bir özgünlüğüne sahip.
Ah-ga-ssi (Yön. Park Chan-wook, 2016)
1930’larda Kore’de zengin bir Japon varis olan Hideko’ya hizmetçi olarak görevlendirilen Sook-Hee aslında hanımını kandırmaya yardım etmesi için bir dolandırıcı tarafından görevlendirilmiştir. Ancak Sarah Waters’ın Fingersmith (2002) isimli romanından uyarlanan bu heyecan verici hikayedeki tek “aslında” bununla sınırla kalmaz. Açığa çıkan bir dizi sır ile sıklıkla gerçekleşen beklenmedik gelişmeler içeren yapım, yönetmenin kendine has ters köşelerini ince ince işliyor.
Hikâyenin bu katmanlı dokusunu görsel dünyasına da yediren Ah-ga-ssi, güçlü bir estetik ve görsel dünyaya da sahip. Park Chan-wook yönetmenliğindeki film aşk, ihanet ve entrika üçgeninde dönüyor ancak asla bu kavramların işlenişinde ucuza kaçmıyor ve kalitesini belli bir seviyede tutma çabası ile takdir topluyor.
Dogtooth (Yön. Yorgos Lanthimos, 2009)
Lanthimos’un özgün hikayelerinin geniş çevrelerce tanınmasını sağlayan film Dogtooth, ebeveynlik ve aile kavramları üzerinden otoriteyi olabildiğine kendine özgü bir biçimde işliyor. Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış bölümünde ödül alan film, çocuklarını dış dünyadan tamamen izole olarak kendi kuralları ile yetiştiren ebeveynleri konu alıyor.
Aile içinde gördüğümüz şiddet, absürt ve rahatsız edici sayılabilecek rutinlerle distopik bir dünya kuran film, izleyeni rahatsız etmek konusunda oldukça başarılı. Anne ve baba karakteri tarafından hayatın işleyişine dair genel geçer tüm kuralların, bilimsel gerçeklerin ve daha nicesinin bambaşka şekillerde öğretilmesi büyük bir yalan mı, oluşturmaya çalışılan alternatif bir gerçeğin koruyucusu olan dev bir sır mı? Bu alternatif evreni oluşturmak oldukça zorluyken, bu sırrı saklayabilmenin çok daha zor olduğu bir dünyada, gücünü sakinliğinden alan bir gerilim sunuyor Lanthimos bizlere.
Didem AKCA