Aile, toplumu oluşturan en küçük ve bireylerin tüm hayatını etkileyen belki de en büyük yapıdır. Ailenin sağladığı güven ve huzur, aile içinde yaşanan sarsıntılar, insanın karakterini büyük ölçüde belirleyebilir. İnsanın köklerini ve varlığını temsil eden ailenin, insanı gönülden vuran hikâyelerin çoğunda barınma olasılığı yüksektir. Birincil ve en derin tecrübelerimiz aile dediğimiz yapıda oluşup iç dünyamızı şekillendirir ve sonrasında iç dünyamızı dışarı yansıtırız. Dışarıya karşı hissettiklerimiz, iç görümüz ve öz denetimimiz ise birincil duygularımızdan kaynaklanır.
Bu bağlamda aile ve sinema konusu yaşamın bir yansıması olarak bu listede incelenecek. Fakat bu, insanda ailenin sebebiyet verebileceği yıkımlar ve işlev bozuklukları temelinde ilerleyecek. Çünkü çocuklardaki en derin yaraların yine sağlıksız aile koşullarında meydana geldiği öngörülebilir.
Not: Liste alfabetiktir.
August: Osage County
Alkol ve hap bağımlısı bir annenin yetişkin çocukları, babalarının birden ortadan kaybolması üzerine eve dönerler. Kanser olan anneleri ölmek üzeredir. Bu sırada bazı aile sırları açığa çıkar ve çocukların annelerine karşı duyduğu kızgınlık daha çok büyür. Ailenin geçmişindeki yaralar ve gerçekler, bu arayış sırasında ailedeki herkesin üzerine bir kâbus gibi çöker.
Buffalo ’66 (1998)
İşlemediği bir suç nedeniyle hapiste yatan ve beş yıl sonra dışarı çıkan Billy (Vincent Gallo) dans stüdyosundan bir kız kaçırır ve onu ailesiyle, evlenmek üzere olduğu kız olarak tanıştırır. Fakat iki ebeveynin de televizyon bağımlısı, insan ilişkilerinde ve çocuk yetiştirmede sağlıksız oldukları görülür.
Comme Une Image (2004)
Étienne Cassard (Jean-Pierre Bacri ) tanınan, başarılı bir yazar ve benmerkezci bir babadır. Kızı Lolita (Marilou Berry) ile ilişkilerinde her zaman ihmalkâr davranır ve ona yeterince ilgi göstermez. Dış görünüşü tipik “genç ve güzel bir kadın” gibi olmayan Lolita ise hem babasının takdirini kazanmak, hem de toplum içinde kendini görünür kılmak için sahne sanatlarının çeşitli alanlarında çalışır. Bu sefer ise sırada koro şarkıcısı olmak vardır.
Death at a Funeral (2007)
Daniel (Matthew Macfadyen) hayatı ve evliliği yolunda giden genç bir adamdır. Fakat babasının cenazesinde kimsenin öğrenmek istemeyeceği bir gerçek su yüzüne çıkmaya başlar ve işte o zaman ardı ardına kaotik olaylar aile üyeleri ve akrabalar arasında yaşanmaya başlar.
Festen (1998)
Dogma ‘95 manifestosu kurallarıyla çekilmiş ilk film olma özelliği taşıyan yapım, 60. doğum gününü kutlayan bir babanın sırlarının ve aileye verdiği zararların ortaya çıkmasını konu alıyor.
Force Majeure (2014)
Thomas (Johannes Kuhnke), çocukları ve eşi tehlike altındayken yaşama arzusuna karşı koyamaz ve önce kendisini kurtarmaya çalışır. İçinde bu yüzden bir çeşit suçluluk hissiyatı yaşar. Film, hayatta kalma dürtüsünün, en sevilen insanların ve hatta evlatların bile önüne geçmesine ve üst benliğin bununla çatışıp ıstırap yaşamasına tanık ettirir. Bu şekilde film, en temelde aile kurumunu ve bağlarını sorgulatır.
Junebug (2005)
Benzersiz bir anne, çok konuşmayan ketum bir baba, hayatı boyunca ağabeyiyle karşılaştırılan ve üniversiteye gidememiş Johnny (Ben McKenzie), ailesinden habersiz evlenmiş ve aile bağları kopmuş George (Alessandro Nivola),lise aşkıyla evlenmiş ve eşi tarafından istenmeyen bir çocuk dünyaya getirmek üzere olan cıvıltılı Ashley (Amy Adams), bütün bunların ortasına düşmüş ve yaşam tarzı daha çok kentli ve entelektüel olan Madeleine (Embeth Davidtz )… Film, Amerikan aile yapısını analiz eder ve mantıksız hâllerini gözler önüne serer.
Kynodontas (2009)
Hastalıklı bir çift, çocuklarının dış dünya ile iletişim kurmalarını istemedikleri için onları dış dünyanın çok tehlikeli ve ölümcül olduğuna inandırmıştır. Villa tipi bir evde üç çocuğunu tüm dünyadan izole eden iki ebeveyn, deneyleriyle çocukların mantık dışı fikirleri normalleştirmelerini sağlayarak onların kendi içlerinde değişik ilişkiler kurmalarına neden olurlar.
Le passé (2013)
İranlı bir adam, Fransız karısından boşanmak için Paris’e gelir. İki çocuğunun ve ayrı yaşadığı karısının hayatında Arap asıllı bir başka adamın daha bulunduğunu, geldiğinde öğrenir. Filmde kültürlerarası evliliklerin ve sonuçlarının çocukların üzerindeki etkileri gösterilir.
La meglio gioventù (2003)
1960’lı yılların İtalya’sından başlayarak 2000’li yıllara kadar uzanan hikâyede, ülkedeki politik gelişmelerin, toplumun en küçük birimi olan ‘aile’ye nasıl yansıdığı anlatılır. Film, içinde yaşanılan büyük sistemde var olma çabasının, insanların ruh sağlığına ne şekilde yansıyacağını gösterir.
Mio fratello è figlio unico (2007)
Filmin hikâyesi, 60’lı ve 70’li yıllarda İtalya iç çatışmalarının ve bölünmelerinin içinde büyüyen iki erkek kardeşi konu alır. Aile içi dengeler siyasi görüş ve tarafların etkileriyle biçimlenir; Accio (Elio Germano) faşist tarafta iken Manrico (Riccardo Scamarcio) komünist tarafa geçer ve bu durum aile içinde türlü gerilimlerin sebebi olur.
The Virgin Suicides (1999)
Lisbon ailesinde anne ve baba, Hristiyan dini öğretilerini benimseyen ve muhafazakâr görüşe sahip ebeveynlerdir. Kızlarını güvende tutmak niyetinde olsalar da aşırı korumacı tavırları ve davranışları bütün kızlarını depresyon ve intihara sürükler. Çünkü bu kızlar dünyadan kopuk olmaya, çevrelerindeki insanlara ve özellikle kendi akranlarının yaşadığı hayata karışamamaya dayanamazlar.
Un conte de Noël (2008)
Ailenin en az sevilen üyesi olan Henri (Mathieu Amalric), eve kız arkadaşıyla yıllar sonra ilk defa Noel için geri döner. Ancak dönmesinin asıl sebebi Noel’den ziyade yeğenine gereken ilik naklidir. Bu sırada kardeşler ve diğer aile üyeleri arasındaki sıra dışı ilişkiler ve içlerinde birikmiş duygu yükünün dışa vurumuyla yaşanmaya başlanan öfke nöbetleri gözler önüne serilir.
”Dilimin sınırları Dünyamın sınırlarını belirler” der Heidegger…Ve ”Dogtooth” (Kynodontas) tam da bu kaide üzerine inşaa edilmiş bir denemedir…
Dilin insan zihnini nasıl şekillendirdiğinin ve ayrıca iktidarın,ya da ayrıcalıkları olan bir grubun/bireyin başka bir grubu nasıl kontrol altında tuttuğuna dair içinde bazı ipuçları barındıran bir çalışma olarak da değerlendirebiliriz sanırım …
Heidegger’in değil Wittgenstein’ın lafıdır o.
Ayrıca Visitor Q adlı filmi de bu listeye eklemenizi öneririm.