Benim gibi 90’lı yıllarda doğmuş olup, 2000’lerde hafızası şekillenmeye başlayan kimselerin hatırlayacağı pek çok kült filmin altında imzası olan görüntü yönetmeni Roger Deakins; özellikle de Coen Kardeşler’in filmlerinden hatırlayacağımız muhteşem ışık ve renk kompozisyonlarıyla sektörün en iyilerinden birisi olarak anılır. Son yıllardaki Oscar muhabbetlerinde, adının Leonardo DiCaprio’dan sonra en çok anılan isim hâline gelmesinin nedeni de tam olarak budur. Sektörün en iyilerinden biri olmasına rağmen, 11 adaylığının hiçbirisi Oscar’a dönüşmemiştir.
Bu listede, kameranın büyüleyici bir alet olduğunu defalarca kanıtlamış sinemacılardan olan Roger Deakins’in sevdiğimiz işlerini hatırlayacağız. Bu sayede Amerikan sinemasının yakın tarihini de güzel bir açıdan değerlendirme fırsatı bulacağız.
Not: Sıralama kronolojik olarak yapılmıştır.
1-Barton Fink (Yön: Joel Coen ve Ethan Coen, 1991)
Broadway’de başarılı bir tiyatro yazarıyken, Hollywood’un büyük stüdyolarından birine transfer olan Barton Fink (John Turturro); terk edilmiş gibi görünen Hotel Earle’ye yerleşir. Senaryo yazmaya çalışan Barton Fink’i önce tekinsiz bir sakinlik, sonrasında büyük bir cinnet beklemektedir.
Filmin ilk sahnelerinde, Hollywood’un sahte göz kamaştırıcılığı resmedilir. Hotel Earle’nin rengi ve ışığı ise, oranın fazlasıyla klostrofobik ve karakterin iç hapishanesi gibi görünmesini sağlar. Böylece filmin psikolojik boyutunun tamamlanmasında da önemli bir rol oynar.
2-The Shawshank Redemption (Yön: Frank Darabont, 1994)
Stephen King’in hikâyesinden uyarlanan film, masum olduğunu iddia etmesine rağmen 20 yıl boyunca hapiste kalan Andy Dufresne’in (Tim Robbins) öyküsünü anlatır. Andy ve arkadaşları aracılığıyla da hapishanenin dönüştürdüğü insanları görürüz. Film, adalet ve onun uygulanışını düşündürmek konusunda oldukça başarılıdır.
Filmde renk ve ışık kullanımı, zaman ve duygu geçişlerini belirtmede önemli bir rol oynar. Hapisteki kasvetli renk tonu son sahnede yerini daha canlı renklere bırakır.
3-Dead Man Walking (Yön: Tim Robbins, 1995)
İdam cezasına çarptırılmış bir mahkûm olan Matthew Poncelet (Sean Penn), infazının yaklaştığı günlerde Rahibe Helen’dan (Susan Sarandon) dinî destek almaya başlar. Aralarında geçen konuşmaların ardından Rahibe Helen, cezayı ömür boyu hapse çevirmek için mücadele verir. Fakat başarılı olamaz. Filmin görüntüleri, başarılı senaryosunu ve üst düzey oyuncu performanslarını tamamlar niteliktedir.
4-Fargo (Yön: Joel Coen ve Ethan Coen, 1996)
Jerry Lundegaard (William H. Macy), borçlarını ödeyebilmek için karısını kaçırtarak kayınpederinden fidye alma planı yapar. Kayınpeder plana bizzat dâhil olana kadar hiçbir sıkıntı çıkmaz. İşe dahil olduğundaysa takas sırasında ölür. Plan, fidyecilerin işlediği cinayetler yüzünden amacına ulaşamaz. İlk cinayetten itibaren fidyecileri takip eden 7 aylık hâmile polis şefi Marge Gunderson (Frances McDormand), soğukkanlılıkla amacına ulaşır. Evine döner ve televizyon seyretmeye devam eder.
Minnesota’nın karla kaplı coğrafyasında, üçüncü sayfa haberlerinin atmosferinde geçen filmin görüntüleri; şehrin ve filmin atmosferini üst düzey bir beceriyle yansıtmaktadır.
5-Kundun (Yön: Martin Scorsese, 1997)
14. Dalai Lama’nın (Tenzin Thuthob Tsarong) hayatını, doğumundan gençlik yıllarında dini ve siyasi lider olarak seçildiği Tibet’in, Çin’le gireceği mücadelelere kadar anlatan film; klasik biyografi filmlerinden oldukça farklıdır. Dalai Lama’nın öyküsüyle beraber, Tibetliler’in yaşayışı, Tibet’in coğrafyası ve felsefesi başarılı bir biçimde perdeye aktarılır. Gölde yeni lideri belirleme sahnesinde kullanılan kompozisyonlar ve filmin genelindeki sarı ton, filmi başarılı bir şekilde tamamlar.
6-O Brother, Where Art Thou? (Yön: Joel Coen ve Ethan Coen, 2000)
Zincirli üç mahkûm, hapishaneden kaçarlar ve hiç bilmedikleri bir yola girerler. Bu yolda şarkıcı olmak da vardır, tek gözlü İncil satıcılarıyla karşılaşmak da. Coen Kardeşler’in Homeros’un Odesa Destanı‘ndan esinlenerek yaptığı film, son yılların en zekice işlerinden biridir. Deakins’in oluşturduğu görüntüler, filmin hareketli ve eğlenceli üslûbuyla iyi bir uyum sağlar.
7-A Beautiful Mind (Yön: Ron Howard, 2001)
Başarılı matematik profesörü John Nash’in (Russell Crowe), öğrencilik yıllarından itibaren kazandığı başarıların yanı sıra paranoid şizofrenle mücadele etmesini anlatan film; klasik anlatımcı sinemanın başarılı örneklerindendir.
Filmdeki görüntü kullanımı, senaryoyu ve oyunculukları tamamlar niteliktedir. Nash’in üniversite günlerini görüğümüz 50’li yıllardan, Nobel Ekonomi Ödülü’nü aldığı 1994 yılına kadar geçen zamanda; hem Nash’in psikolojik durumunu yansıtan, hem de dönemin ağılıkla kullanılan renk tonlarının tercih edildiği kadrajlar görürüz.
8-The Man Who Wasn’t There (Yön: Joel Coen ve Ethan Coen, 2001)
Evi ile küçük berber dükkânı arasında sıkışıp kalmış olan Ed Crane’in (Billy Bob Thornton) sıradan hayatından çıkıp, bir suç girdabına düşüşünü anlatan film; Coen Kardeşler’in sinematografisinin değişmez parçaları olan küçük insanları bu filmde de öykünün merkezine alır. Onların aralarında oluşturduğu gerilim, tıpkı Fargo‘da (1996) olduğu gibi bir üçüncü sayfa haberinin atmosferine girmemizi sağlar.
Deakins’in mükemmel siyah beyaz kadrajlarıyla da hikâyenin geçtiği 40’lı yılların boğucu ve tutucu atmosferine çabucak dâhil oluruz.
9-No Country For Old Men (Yön: Joel Coen ve Ethan Coen, 2007)
Llewellyn Moss (Josh Brolin) tesadüfen karşılaştığı bir çatışmada yüklü miktarda para bulur. Parayı alıp olay mahalline döndüğünde bir grup adam onu kovalamaya başlar ve hızlıca oradan kaçar. O andan itibaren Anton Chigurh (Javier Bardem) olaya dâhil olur ve olay klasik bir kovalamaca hikâyesi olmaktan çıkar. Meksika’ya taşınan hikâye giderek tekinsizleşir ve sonu gayet kanlı biter.
Coen Kardeşler’in ödül anlamında ve ticari olarak en başarılı işlerinden olan filmin görüntüleri, Teksas’ın ve Meksika’nın sıcaklığıyla tekinsiz ortamı başarılı bir şekilde birleştirir.
10-The Assasination of Jesse James by the Coward Robert Ford (Yön: Andrew Dominik, 2007)
İç savaş sonrasında, Amerika’nın en azılı suçlularından Jesse James’in (Brad Pitt) peşinde onlarca ödül avcısı vardır. Fakat Robert (Casey Affleck) ve Charley Ford (Sam Rockwell) herkesi geride bırakırlar ve Jesse James’i öldürürler.
Klasik bir Western filmine göre daha durağan ve karanlık olarak değerlendirebileceğimiz film, özellikle de genç Robert Ford’un yaşadığı gerilimi oldukça iyi bir biçimde tasvir eder. Ayrıca Deakins, aynı yıl içerisinde gösterime giren No Country For Old Men (2007) ile birlikte bu filmle de Oscar’a aday olur. Fakat Robert Elswit, There Will Be Blood (2007) ile ödülü alır.
11-The Reader (Yön: Stephen Daldry, 2008)
Michael Berg (Ralph Fiennes/David Kross) gençlik yıllarında kendisinden yaşça büyük olan Hanna Schmitz’le (Kate Winslet) birlikte olmaya başlar. Bu ilişkinin bitmesinden yıllar sonra Hanna, Nazi kamplarında çalıştığı gerekçesiyle yargılanır. Avukat olan Michael ve Hanna bu davayla birlikte tekrar buluşurlar. Bu buluşmalar hem Michael’de hem de Hanna’da umut etme hissi doğurur.
Nazi sonrası Almanya’nın, biraz da Oscar’a oynayarak, işlendiği filmin resimleri; dönemin atmosferini mükemmel yansıtmaktadır. Ayrıca ışık kullanımı da son derece başarılıdır.
12-True Grit (Yön: Joel Coen ve Ethan Coen, 2010)
On dört yaşındaki Mattie Ross (Hailee Steinfeld), babasının katili Tom Chaney’i (Josh Brolin) bulmak için Şerif Rooster Cogburn (Jeff Bridges) ile anlaşır ve uzun bir yolculuğa çıkarlar. Yolda karşılarına Chaney’i bulmak isteyen bir adam daha çıkar. Ayrıca bu kanlı yolculuğa, bir de soğuk havayla mücadeleleri eklenir.
Tıpkı The Assasination of Jesse James by the Coward Robert Ford (2007) filminde olduğu gibi karanlık ve durağan bir üslûp benimsenmiş, filmin gerilimi başarıyla perdeye aktarılmıştır. Renk tonları klasik Western stilinin izinden devam eder.